13 Mayıs 2015 Çarşamba

Demokrasi bayramı Her milletin ve ülkenin kaderinde dönüm noktası olan günler vardır. 14 Mayıs 1950, Türkiye'de yaşayan insanlar açısından böyledir; bugün demokrasinin doğum tarihidir.

Demokrasi bayramı
Her milletin ve ülkenin kaderinde dönüm noktası olan günler vardır. 14 Mayıs 1950, Türkiye'de yaşayan insanlar açısından böyledir; bugün demokrasinin doğum tarihidir.
Demokrasi bayramı
4 Mayıs 1950 öncesinde, Türkiye'de, otoriter bir tek parti yönetimi mevcuttur. Bunun anlamı, ülkede, ifade, teşkilatlanma ve teşebbüs gibi temel hürriyetlerin bulunmamasıdır. Bu dönemin Cumhuriyet Halk Partisi, demokratik sistemdeki parti anlamında bir parti olmaktan çok uzaktır. CHP, farklılıkları yok ederek "imtiyazsız, sınıfsız bir kitle" yaratmaya çalışan ve milli şef tarafından yönetilen bir tek partidir.
Tek parti yönetimi döneminde iktisadî gelişme oldukça sınırlıdır. Şehirleşme yüzde18 civarında sabitlenmiştir. 14 Mayıs'ta DP'nin iktidara gelişiyle iktisadi dinamikler harekete geçecek sanayileşme ve şehirleşmede sıçramalar yaşanacaktır. Ankara'daki bürokratlar ve onların taşradaki uzantıları ile onların devlet imkanlarıyla zenginleştirdiği müttefikleri, fakir bir toplumda, debdebeli bir saltanat hayatı sürdürmektedirler... Halkın en temel kaygısı ise karnını doyurmaktır. Kırsal kesimde hayat şartları daha da ağırdır. Mahmut Makal'ın Ocak 1950'de yayımlanan romanı Bizim Köy, milletin efendisi olduğu ilan edilen köylünün nasıl bir açlık ve sefalet içinde yaşamaya çalıştığını anlatmaktadır: "9 Ekim Cumartesi. Birinci dersten sonra çocuklara sırayla sordum. Bu sabah 21 kişi hiçbir şey yemeden aç gelmiş. 10 kişi yavan ekmek dürünüp yemiş. 11 Ekim öğleden sonra: 31 kişi hep karpuz şalağı ile ekmek yemiş.( Cacık: Yabani ot)."
TEK PARTİ DÖNEMİNDE TÜRKİYE
Açlıkla salgın hastalıkların Anadolu'yu kasıp kavurması, hayatı iyice çekilmez hâle getirmektedir. Her yıl on binlerce insan verem, sıtma, tifo, trahom gibi hastalıklara kurban gitmektedir. Hatta mesela Konya'nın Çumra ilçesinde olduğu gibi, bütün ilçe sıtma olduğundan CHP'nin ilçe kongresi bile yapılamamaktadır.
Anadolu içten içe kaynamaktadır. Siyasî ve iktisadî sistemin olduğu gibi muhafaza edilmesi imkânsızdır. Halk değişiklik istemektedir. Halk ekmek, aş ve bunlar için de hürriyet istemekte CHP'nin gazetesi Ulus'un 19 Ağustos 1945 tarihli nüshasında, Türkiye'nin demokrasiye geçmesi istikametinde Demokratik Batı ülkelerindeki beyanlardan duyulan rahatsızlık dile getiriliyordu. İkinci Dünya Savaşının bitmesiyle beliren bu eğilim, CHP'nin içindeki müfritleri rahatsız etmekteydi. Hatta bu çevreler, yeni partilerin ancak CHP'nin bir türevi olabileceğini düşünüyorlardı. Ulus'ta bu rahatsızlık şöyle dile getiriliyor: "Demokrasinin bütün gereklerini yerine getirmeliymişiz. Çünkü zafer tek partili rejimlere karşı demokrasiler tarafından kazanılmış imiş. Peki ama, Rusya kaç partili bir demokrasi idi? Büyük Millet Meclisi rejimi kalacaktır. Türk demokrasisi onun disiplini ve kanunları içinde gelişecektir. İkinci, üçüncü, dördüncü parti, hepsi yalnız bu amacı güttükleri zaman ve ancak bu amacı güttükleri zaman ve ancak bu amacı güttükleri kadar itibar bulacaklardır. Sözün kısası bu!"
Bu bakımdan 1946'dan sonra kendiliğinden ve sadece İnönü'nün isteğiyle demokrasiye geçildiğini zannetmek yanlış bir düşünce olacaktır. İsmet İnönü, halktan yükselen bu tepkiler karşısında, adeta vadelerinin dolduğunu anlamış ve geçiş sürecinin demokratik bir şekilde olmasını temin etmeye yönelmiştir. Bütün bunlara bir de uluslararası sistemdeki değişme ve gelişmeler eklenince tek parti rejiminin eninde sonunda devrileceği bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Rejim değişmelidir. Ama hangi istikamette? Türkiye'nin önünde iki yol vardır: İlki, totaliter sosyalist bloğun bir parçası olmaya yönelmek; ikincisi, demokratik batının bir parçası olmaya yönelmektir.
Hem iktidarın hem de 1946'dan itibaren ortaya çıkan muhalefetin Batı bloğunda yer almayı istemesiyle, Türkiye'nin nereye yöneleceği anlaşılır. İstikamet Batı'dır. Böylece rejimin de demokrasi yönünde değişeceği anlaşılmıştır.
Türkiye'nin tek parti diktatörlüğünden çıkıp demokrasiye geçmesi, her şeyden önce, "milli şef" adıyla anılan kişinin, iktidar makamından gönüllü olarak vazgeçmesine bağlıdır. Elbette İnönü'nün korkuları vardır. Etrafındaki bazılarının korkuları daha da derindir. İnönü'nün çok partili hayata geçme arzusu, CHF içinde çalkantılara yol açar ve parti, Islahatçılar ve Müfritler olarak ikiye bölünür. Müfritler, İnönü'yü kararından vazgeçmesi ve tek parti diktatörlüğünü sürdürmesi için zorlarlar. Ancak, diğer taraftan, hem muhalefet hem de sivil toplum şekillenmekte ve kuvvetlenmektedir. Tek parti yönetiminin sürdürülmesine imkan yoktur. Ve İnönü bunun farkındadır.
SEÇİM SONUÇLARI: 
BEYAZ İHTİLAL
Bir taraftan demokrasiye geçişin alt yapısı hazırlanırken, diğer taraftan siyasî tartışmalar iyice ateşlenir. Demokrasinin alt yapısını hazırlamada en önemli adımlardan biri yeni bir seçim kanunu çıkarılmasıdır. 1946 seçimleri, demokratik bir seçim olacağı iddiasıyla yapılmış, ama açık oy gizli sayım ve sayılan oyların derhal imhasıyla bir skandala dönüşmüştür. Aynı seçim yolsuzluklarının tekrarlanması Türkiye'yi vahim badirelerin ve iç çatışmanın içine atacaktır. Bu yüzden Hür Fikirler Cemiyeti'nde teşkilatlanan liberallerin ve muhalefetin de katkısıyla yargı denetiminde seçimi öngören bir seçim kanunu çıkarılır. Seçim eşit, genel oy ilkesine uygun olarak ve basit çoğunluk sistemiyle yapılacaktır. Artık Türkiye tarihi bir olaya gebedir: "Yeter Söz Milletindir!" şiarıyla 14 Mayıs'a, yani, seçim sandığına yürünmektedir...
CHP tepetaklak oldu; Demokrat Parti bütün yurtta seçimleri kazandı. Bu rahmetli Refik Koraltan'ın o günlerde söylediği gibi 'Tam bir beyaz ihtilaldir'di. İhtilalciler beyaz elbiselerine hiçbir leke sıçratmadan sandıkların içinden çıkmış Ankara sokaklarını doldurmuştu. Herkes birbirini öpüyor, kucaklıyor, tebrik ediyordu. Bütün yurtta şenlikler başlamıştı.
Halk Partisinin içinden bir grup ise, 14 Mayıs seçim sonuçları üzerine, tarihçi Toynbee'nin demokrasinin bir protestan-hıristiyan rejimi olduğu, Müslümanların demokrasiyi başaramayacakları iddiasını aktararak İnönü'den eski rejime dönmesini istemişler; ancak İnönü, bu görüşü taassup olarak nitelendirerek Türk milletinin demokrasiyi mutlaka başaracağında ısrar etmiştir. Bu şekilde Türkiye 14 Mayıs 1950'de demokratik bir siyasi iktidar değişimi başarmıştır. Bu tarihi günün AK Parti başta olmak üzere demokrat çevreler tarafından layıkıyla anlaşılıp hatırlanmaması, siyasetteki hafıza kaybının vahametini ortaya koyuyor. (Yeni Şafak | Murat Yılmaz | 14 Mayıs 2008, 0:00)

* Dr., Siyaset Bilimci (muratyilmaz67@yahoo.com)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder