Demokrasi bayramı
Her milletin ve ülkenin kaderinde dönüm noktası olan günler
vardır. 14 Mayıs 1950, Türkiye'de yaşayan insanlar açısından böyledir; bugün
demokrasinin doğum tarihidir.
Demokrasi bayramı
4 Mayıs 1950 öncesinde, Türkiye'de, otoriter bir tek parti
yönetimi mevcuttur. Bunun anlamı, ülkede, ifade, teşkilatlanma ve teşebbüs gibi
temel hürriyetlerin bulunmamasıdır. Bu dönemin Cumhuriyet Halk Partisi,
demokratik sistemdeki parti anlamında bir parti olmaktan çok uzaktır. CHP,
farklılıkları yok ederek "imtiyazsız, sınıfsız bir kitle" yaratmaya
çalışan ve milli şef tarafından yönetilen bir tek partidir.
Tek parti yönetimi döneminde iktisadî gelişme oldukça
sınırlıdır. Şehirleşme yüzde18 civarında sabitlenmiştir. 14 Mayıs'ta DP'nin
iktidara gelişiyle iktisadi dinamikler harekete geçecek sanayileşme ve
şehirleşmede sıçramalar yaşanacaktır. Ankara'daki bürokratlar ve onların
taşradaki uzantıları ile onların devlet imkanlarıyla zenginleştirdiği
müttefikleri, fakir bir toplumda, debdebeli bir saltanat hayatı
sürdürmektedirler... Halkın en temel kaygısı ise karnını doyurmaktır. Kırsal
kesimde hayat şartları daha da ağırdır. Mahmut Makal'ın Ocak 1950'de yayımlanan
romanı Bizim Köy, milletin efendisi olduğu ilan edilen köylünün nasıl bir açlık
ve sefalet içinde yaşamaya çalıştığını anlatmaktadır: "9 Ekim Cumartesi.
Birinci dersten sonra çocuklara sırayla sordum. Bu sabah 21 kişi hiçbir şey
yemeden aç gelmiş. 10 kişi yavan ekmek dürünüp yemiş. 11 Ekim öğleden sonra: 31
kişi hep karpuz şalağı ile ekmek yemiş.( Cacık: Yabani ot)."
TEK PARTİ DÖNEMİNDE TÜRKİYE
Açlıkla salgın hastalıkların Anadolu'yu kasıp kavurması,
hayatı iyice çekilmez hâle getirmektedir. Her yıl on binlerce insan verem,
sıtma, tifo, trahom gibi hastalıklara kurban gitmektedir. Hatta mesela
Konya'nın Çumra ilçesinde olduğu gibi, bütün ilçe sıtma olduğundan CHP'nin ilçe
kongresi bile yapılamamaktadır.
Anadolu içten içe kaynamaktadır. Siyasî ve iktisadî sistemin
olduğu gibi muhafaza edilmesi imkânsızdır. Halk değişiklik istemektedir. Halk
ekmek, aş ve bunlar için de hürriyet istemekte CHP'nin gazetesi Ulus'un 19
Ağustos 1945 tarihli nüshasında, Türkiye'nin demokrasiye geçmesi istikametinde
Demokratik Batı ülkelerindeki beyanlardan duyulan rahatsızlık dile
getiriliyordu. İkinci Dünya Savaşının bitmesiyle beliren bu eğilim, CHP'nin
içindeki müfritleri rahatsız etmekteydi. Hatta bu çevreler, yeni partilerin ancak
CHP'nin bir türevi olabileceğini düşünüyorlardı. Ulus'ta bu rahatsızlık şöyle
dile getiriliyor: "Demokrasinin bütün gereklerini yerine getirmeliymişiz.
Çünkü zafer tek partili rejimlere karşı demokrasiler tarafından kazanılmış
imiş. Peki ama, Rusya kaç partili bir demokrasi idi? Büyük Millet Meclisi
rejimi kalacaktır. Türk demokrasisi onun disiplini ve kanunları içinde
gelişecektir. İkinci, üçüncü, dördüncü parti, hepsi yalnız bu amacı güttükleri
zaman ve ancak bu amacı güttükleri zaman ve ancak bu amacı güttükleri kadar
itibar bulacaklardır. Sözün kısası bu!"
Bu bakımdan 1946'dan sonra kendiliğinden ve sadece İnönü'nün
isteğiyle demokrasiye geçildiğini zannetmek yanlış bir düşünce olacaktır. İsmet
İnönü, halktan yükselen bu tepkiler karşısında, adeta vadelerinin dolduğunu
anlamış ve geçiş sürecinin demokratik bir şekilde olmasını temin etmeye
yönelmiştir. Bütün bunlara bir de uluslararası sistemdeki değişme ve gelişmeler
eklenince tek parti rejiminin eninde sonunda devrileceği bütün çıplaklığıyla
ortaya çıkmıştır. Rejim değişmelidir. Ama hangi istikamette? Türkiye'nin önünde
iki yol vardır: İlki, totaliter sosyalist bloğun bir parçası olmaya yönelmek;
ikincisi, demokratik batının bir parçası olmaya yönelmektir.
Hem iktidarın hem de 1946'dan itibaren ortaya çıkan
muhalefetin Batı bloğunda yer almayı istemesiyle, Türkiye'nin nereye yöneleceği
anlaşılır. İstikamet Batı'dır. Böylece rejimin de demokrasi yönünde değişeceği
anlaşılmıştır.
Türkiye'nin tek parti diktatörlüğünden çıkıp demokrasiye
geçmesi, her şeyden önce, "milli şef" adıyla anılan kişinin, iktidar
makamından gönüllü olarak vazgeçmesine bağlıdır. Elbette İnönü'nün korkuları
vardır. Etrafındaki bazılarının korkuları daha da derindir. İnönü'nün çok
partili hayata geçme arzusu, CHF içinde çalkantılara yol açar ve parti,
Islahatçılar ve Müfritler olarak ikiye bölünür. Müfritler, İnönü'yü kararından
vazgeçmesi ve tek parti diktatörlüğünü sürdürmesi için zorlarlar. Ancak, diğer
taraftan, hem muhalefet hem de sivil toplum şekillenmekte ve kuvvetlenmektedir.
Tek parti yönetiminin sürdürülmesine imkan yoktur. Ve İnönü bunun farkındadır.
BEYAZ İHTİLAL
Bir taraftan demokrasiye geçişin alt yapısı hazırlanırken,
diğer taraftan siyasî tartışmalar iyice ateşlenir. Demokrasinin alt yapısını
hazırlamada en önemli adımlardan biri yeni bir seçim kanunu çıkarılmasıdır.
1946 seçimleri, demokratik bir seçim olacağı iddiasıyla yapılmış, ama açık oy
gizli sayım ve sayılan oyların derhal imhasıyla bir skandala dönüşmüştür. Aynı
seçim yolsuzluklarının tekrarlanması Türkiye'yi vahim badirelerin ve iç
çatışmanın içine atacaktır. Bu yüzden Hür Fikirler Cemiyeti'nde teşkilatlanan
liberallerin ve muhalefetin de katkısıyla yargı denetiminde seçimi öngören bir
seçim kanunu çıkarılır. Seçim eşit, genel oy ilkesine uygun olarak ve basit
çoğunluk sistemiyle yapılacaktır. Artık Türkiye tarihi bir olaya gebedir:
"Yeter Söz Milletindir!" şiarıyla 14 Mayıs'a, yani, seçim sandığına
yürünmektedir...
CHP tepetaklak oldu; Demokrat Parti bütün yurtta seçimleri
kazandı. Bu rahmetli Refik Koraltan'ın o günlerde söylediği gibi 'Tam bir beyaz
ihtilaldir'di. İhtilalciler beyaz elbiselerine hiçbir leke sıçratmadan
sandıkların içinden çıkmış Ankara sokaklarını doldurmuştu. Herkes birbirini
öpüyor, kucaklıyor, tebrik ediyordu. Bütün yurtta şenlikler başlamıştı.
Halk Partisinin içinden bir grup ise, 14 Mayıs seçim
sonuçları üzerine, tarihçi Toynbee'nin demokrasinin bir protestan-hıristiyan
rejimi olduğu, Müslümanların demokrasiyi başaramayacakları iddiasını aktararak
İnönü'den eski rejime dönmesini istemişler; ancak İnönü, bu görüşü taassup
olarak nitelendirerek Türk milletinin demokrasiyi mutlaka başaracağında ısrar
etmiştir. Bu şekilde Türkiye 14 Mayıs 1950'de demokratik bir siyasi iktidar
değişimi başarmıştır. Bu tarihi günün AK Parti başta olmak üzere demokrat
çevreler tarafından layıkıyla anlaşılıp hatırlanmaması, siyasetteki hafıza
kaybının vahametini ortaya koyuyor. (Yeni Şafak | Murat Yılmaz | 14
Mayıs 2008, 0:00)
* Dr., Siyaset Bilimci (muratyilmaz67@yahoo.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder