2 Temmuz 2012 Pazartesi

27 MAYIS HAKKINDA (Mustafa Nevruz SINACI & Mehmet Arif DEMİRER)

KIRILMA NOKTASI;
“HUKUKUN UTANCI VE İHANETİN SEYİR DEFTERİ”
Mustafa Nevruz SINACI (*)
27.Nisan.1960 :Tahkikat Komisyonunun görev ve yetkilerini tanımlayan tasarı Meclisten
geçti. ( Başkan: Ahmet Hamdi SANCAR. Üyeler : Vacid ASENA, Nüzhet ULUSOY, Kemal BİBEROĞLU, Bahadır DÜLGER, Turan BAHADIR, Sait BİLGİÇ, Hilmi DURA, Osman KAVUNCU, Himmet ÖLÇMEN, Ekrem ANIT, Nusret KİRİŞÇİOĞLU (Mazbata Muharriri), Selâmi DİNÇER, Kemal ÖZER)   Üniversite Profesörleri ve muhalefet kanunun anayasa’ ya aykırı olduğunu iddia etti. İnönü, karar ve kanunu sert bir dille eleştirince 12 oturum için meclisten uzaklaştırıldı.
BİLGİ NOT” DP Bursa Milletvekili Mâzlum KAYALAR ve DP Denizli Milletvekili Baha AKŞİT tarafından TBMM’ne sunulan ve Meclisin 2274 sayılı kararı ile kabul edilen takririn daha başında şöyle denilmekte idi: “ CHP’nin yıkıcı, gayri meşru ve kanun dışı faaliyetlerinin memleket sathında cereyan tarzı ve bunların mahiyetinin nelerden ibaret olduğunu tahkik, tespit ve memleketin her tarafında yaygın bie halde görülen kanun dışı siyasi faaliyetlerin muhtelif sebeplerine intikal etmek, matbuat meselesiyle adli ve idari mevzuatın ne surette tatbik edilmekte olduğunu tetkik eylemek üzere Meclis Tahkikatı açılmasına dair takrir.”
*ATATÜRK : Basın Hürriyeti’ nin sakıncalarının giderilmesinin, yine basın hürriyeti ile mümkün olduğuna dair, bu büyük meclisin yol gösterme ve düzenleme sahasında tespit ettiği saygı duyulan esaslar, eğer Cumhuriyetin ruhu olan “faziletten” yoksun kendini bilmezlere, basında eşkiyalık fırsatı verirse, eğer halkı aldatan ve doğru yoldan çıkanların fikir sahasındaki kötü ve uğursuz etkileri, tarlasında çalışan masum vatandaşların kanlarını akıtmasına, yuvalarının dağılmasına sebep olursa ve en sonunda bozgunculuğun en zararlısını göze alan bu gibi doğru yoldan sapanlar, kanunlarda mevcut aksaklık ve açıklıklardan yararlanma imkânını bulurlarsa, Büyük Millet Meclisi’nin yola getirici ve ezici kudretinin müdahale ve uyarması elbette görevi olur. (1924-Atatürk, S.D., Cilt: 1-1945 /TİTEY-296)
28.Nisan.1960 :Öğrenciler Ankara ve İstanbul’da gösteri yürüyüşleri yaptılar. Olayı müteakip her iki ilde de sıkıyönetim ilân edildi. İstanbul sıkıyönetim komutanlığına General Fahri ÖZDİLEK, Ankara sıkıyönetim komutanlığına da General Namık ARGÜÇ getirildi. Her türlü toplantı ve gösteri sıkıyönetimce yasaklandı. Ankara ve İstanbul Üniversiteleri bir ay süreyle kapatıldı. İNÖNÜ : “Öğrenciler, tanklar altında ezilmişler ve alınlarından kurşun yemişlerdir. Böylece, masum gençler hürriyet mücadelesinin öncüleri olmuşlardır. Dünyanın gözü önünde silâhsız insanlar, ateşli silâhlarla hücuma uğramışlardır.” (kışkırtma-iftira ve yalan) Bir başka konuşmasında da; “Syngman Rhee kurtuldu mu ? Üstelik onun ordusu, polisi, memuru elinde idi. Halbuki sizin elinizde ne ordu var, ne memur, ne de üniversite ve hatta ne de polis..” diyerek, bütün bu güçlerin kendi yanında ve DP’nin karşısında olduğunu ima ve iddia ederek, ihtilâl teşvikçiliği ve tahrikçiliği yaparak, sözlerini şöyle tamamlıyor : Biz Koreliler kadar değilmiyiz !? “Şartlar tamam olduğunda, milletler için ihtilal meşru bir haktır.”
30.Nisan.1960: Menderes radyo konuşmasında , tertiplerden haberdar olduğunu ima etti.
02.Mayıs.1960: İstanbul da, NATO Bakanlar Kurulu toplantısı (Türkiye de son toplantı)
02.Mayıs.1960: Menderes tekrar radyoda bir konuşma yaparak, durumun ciddiyetine ilişkin açıklamalarda bulundu.
03.Mayıs.1960: Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e bir mektup yazarak bu krizin nasıl geçiştirilebileceğine değin bir öneride bulundu; Aynı gün görevinden izinli olarak ayrılan Cemal Gürsel İzmir’e gitti. Bu mektup 14 Haziran 1960 tarihinde, ilk bölümü hariç olmak üzere kamuoyuna açıklandı.
05.Mayıs.1960: Ankara da bir gösteri yapıldı ve Menderes kalabalık tarafından itilip-kakıldı. (555 K.,  “5.  ayın 5’inde saat: 5’de Kızılay da Buluşalım” Olayı. ) 
11.Mayıs.1960: DP Meclis Grubu olağanüstü bir toplantı yaparak oturumlara 10 gün ara verilmesini kararlaştırdı.
12.Mayıs.1960: Gizlice basılan ve halka, hükümete ve kanunlara itaat edilmemesini isteyen beyannamelerin dağıtılması yasaklandı.
15.Mayıs.1960: DP İzmir mitingi. Katılan 200.000 kişi. Menderes, CHP ile “Güç Birliği Cephesi” olarak örgütlenen muhalefeti komplo hazırlamak ve yurdun barış, güvenlik ve prestijini sarsmakla suçladı. Ülkeyi ardında toplamak için bunun ilk adım olduğunu söyledi ve en kısa zamanda erken seçime gidileceği  açıklaması yapıldı. CHP’de büyük panik.
16.Mayıs.1960: İnönü, Menderes’e karşılık vererek, 1957 seçimlerine hile karıştığını, yeni seçimle için normal koşulların bulunmadığını söyledi. Cevaben Menderes: Yeni ve erken seçimlerin en kısa zamanda yapılacağını ve bunalımın sona erdirileceğini söyledi.
20.Mayıs.1960 : Hindistan Başbakanı, saygın devlet adamı Nehru’nun Türkiye ziyareti.
21.Mayıs.1960: Harp Okulu öğrencileri hükümet aleyhinde sessiz bir yürüyüş yaptı. Harp Okulunun Komutanı Tuğgeneral Sıtkı ULAY idi.
24.Mayıs.1960. Menderes Yunanistan gezisini erteledi. Ülkenin içinde bulunduğu durum ve sorunları halka açıklamak için yut gezisini sürdürmeye karar verdi.
25.Mayıs.1960. Eskişehir’de 225.000 kişiye hitap eden Menderes; Tahkikat Komisyonu’ nun raporunu tamamladığını ve tamamlanan raporun en kısa sürede Meclise verileceğini açıkladı ve ekledi: “Koparılmış olan bunca gürültünün hakikatla alâkası bulunmadığını ve komisyonun bir mahkeme olmadığını açığa koymuştur.” Ankara’da sıkıyönetim gevşetildi. TBMM 20 Haziran’a kadar tatile girme kararı verdi. Menderes,  Meclis tatilinden sonra erken seçim kararı alınacağı (İzmir) açıklamasını tekrarladı.  
27.Mayıs.1960: Sabah 4.36’da Kurmay Albay Alparslan Türkeş, Ankara Radyosunda “Türk Silâhlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır” dedi. (Mâkus ve muzlim darbe sabahın erken saatlerinde gerçekleşti.) Başvekil Adnan Menderes geceyi Eskişehir de geçirmişti. Bir darbe yapıldığını anladığında kendisine, İnönü’nün bu darbenin içinde yer alıp almadığı ve onu bizzat düzenleyip düzenlemediği konusundaki düşünceleri sorulunca; “Zannetmiyorum. ‘Atatürk mektebinden yetişenler orduyu politikaya hiçbir zaman sokmamışlardırVakıa iktidardan düştüğünden beri İ. Paşa bizi daima birtakım mevhum (hayali) kuvvetlerle tehdit etmiştir. Fakat onun bu kadar kendini kaybedeceğini ve prensipleri dışına çıkacağını, bir sandalye uğruna memlekette böyle bir çığır açacağını tahmin etmiyorum. (Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları, 1957-1960. s. 234)
                                    DÖRDÜNCÜ BÖLÜM / ikinci Cumhuriyet
ARA REJİMLER; DİKTA VE SULTA DÖNEMİ
27 Mayıs 1960: İSYAN / İHTİLAL veya DARBE; Cuma sabahı radyolarını açanlar Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin (!?) yayınladığı şu bildiriyi dinlediler. (Kurmay Albay Alparslan TÜRKEŞ, Başbakanlık Müsteşarlığına getirildi)
               “Dikkat.... Dikkat... Muhterem Vatandaşlar, Radyolarınızın başına geçiniz.
               Güvendiğiniz Silâhlı Kuvvetlerinizin sesi bir dakika sonra sizlere hitap edecektir.
               Bu gün, demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silâhlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekete Silâhlı Kuvvetlerimiz, partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakimliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır. Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecavüzkâr bir fiileteşebbüs etmeyeceği gibi, edilmesine de asla müsamaha etmiyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir. Bütün vatandaşların partilerin üstünde ayni milletin ayni soydan gelmiş evlâtları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri ıstıraplarımızın dinmesi ve milli varlığımızın selâmeti için zaruri görülmektedir. Kabineye mensup şahsiyetlerin Türk Silâhlı Kuvvetlerine sığınmalarını rica ediyoruz. Şahsi emniyetleri kanun teminatı altındadır. Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasasına ve İnsan Hakları Prensiplerine tamamiyle riayettir. Büyük Atatürk’ün yurtta sulh cihanda sulh, prensibi bayrağımızdır. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadıkız. NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız. CENTO’ ya bağlıyız.
               Tekrar ediyoruz. Düşüncemiz, yurtta sulh, cihanda sulh’tur. Türkiye dahilinde bütün garnizonlardaki garnizon komutanları o yerin mülki ve askeri idaresine el koyacaklar ve vatandaşların her hususta emniyetini sağlayacaklardır.
               İsmet İnönü sağ ve selâmettedir.” (!..?...)
               Sabah saat 04’den itibaren yayınlanan tebliğlerden, silâhlı kuvvetlerin idareyi ele aldığı ve harekâtın kansız başarıldığı anlaşılıyordu. Olaylar birbirini takip ediyor, tevkifler birbirini kovalıyordu. Ne şekilde olursa olsun, milli irade ile, yani milletin oyu ile seçilmiş ve sadece Demokrat Partiye mensup Bakan ve Milletvekilleri (!?) tutuklanarak, ihtilâlin karargahı haline getirilen Harp Okulu’na götürülüyordu. Artık, parlâmenter demokratik hukuk rejimi son bulmuş, bunun yerine 38 üyeli Milli Birlik Komitesi idareye el koymuştur.
               . Demokrasi kesintiye uğratıldı. / . Cumhuriyete ara verildi.
*ATATÜRK; “Egemenlik hiçbir sebep ve şekilde terk ve iade edilemez, emanet edilemez, bırakılamaz. Bu egemenliği tekrar geri alabilmek için; (egemenliği) almak için kullanılmış olan araçları kullanmak gerekir. Millet, egemenliği kayıtsız şartsız elinde tutmayı kendi vicdanına karşı söz verip yemin ettikten sonra, şunun veya bunun gereğidir diye, şuna veya buna verilebilecek en basit bir halk bulunuz, vazife bulunuz ve yetki bulunuz. Kimse bulamaz... İrade alınamaz ve irade verilemez. Egemenliği verebilen bir insan ve yahut egemenliğini kaybeden bir insan ve yahut bir toplum egemenlikten yoksun olunca (ki, egemenlik iradenin göründüğü ve bilindiği yerdir) o halde iradesi felç olur. Bundan dolayı, egemenliğini verebilmek için iradesinin felç olmasına razı olmak gerekir., Bundan dolayı veremez. Egemenliğini verebilmek için; İradesinin, arzusunun, eğilimlerinin felçli kalmasını kabul etmek lâzımdır. (bu) Ölmeyi kabul etmek demektir. Bundan dolayı bir millet egemenliğini veremez. Yalnız alınır ve zorla alınır. Millet egemenliğini elinde tutuyor ve ancak, egemenliğinden gerektiği kadarını uygulamak üzere Millet Meclisi’nin tümünü görevlendiriyor. Fakat, bir tek adama bu yetki verilemez., Egemenliğine sahip olmayan bir insan veya bir toplum, hiçbir zaman iradesini kullanamaz., Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir ve Milletin kalacaktır., İdare usulü, halkın geleceğini, bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır., Milleti temsil eden, milli iradeyi millet namına sınırlı ve belirli bir zaman için manevi şahsiyetinde toplayan Türkiye Büyük Millet Meclisi bile, en sonunda “millet tarafından yenilebilir” Esas olan millettir. Egemenlik, onun olduğu gibi, idare hakkı da onundur., “Ancak, milletler egemenliklerini geçici olarak da olsa verecekleri Meclislere dahi lüzumundan fazla güvenmemelidir. Millet, her ihtimale karşı egemenliğini korumak zorundadır. Bu hususta yapılagelen şey, tekrar milletin oyuna başvurmaktır. Bugünkü Meclisimiz milli egemenliğin aşığıdır. Bundan sonrakilerin de öyle yapacağına şüphem yoktur. Bunlar elbette bu gibi önlemleri tam olarak bilirler.” (1923-Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Arı İnan – Türk Tarih Kurumu)
“Türk milleti’nin toplumsal düzenini bozmaya yönelen didinmeler boğulmaya mahkûmdur. Türk milleti, kendinin ve memleketi’nin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara hoşgörü gösterecek bir topluluk değildir., O, şimdiye kadar olduğu gibi doğru yolu görür. Onu yolundan saptırmak isteyenler, ezilmeye ve kahredilmeye mahkümdur. Bu hususta, köylü, işçi ve özellikle kahraman ordumuz candan beraberdir. Bundan kimsenin şüphesi olması.” (1929-Ayın Tarihi, Cilt: XX, Sayı: 65-1929 / 324-325)         
               .1924, Atatürk Anayasası ilga edildi. “Gerçekte Atatürk’ün en büyük eseri, Cumhuriyet ve inkılâplarla birlikte bunların esaslarını ihtiva eden ve 36 yıl yürürlükte kalan 1924 Anayasası’dır. Bu Anayasa hemen hemen bütünü ile Atatürk’ün eseridir. Muhakkak ki değişmez kutsal kitap değildir. Demokratik hayatımızın gereklerine göre bazı değişikler yapmak mümkündü. Fakat. Onu tamamen bir kenara atıp, Milli Hakimiyetin çeşitli yönlerden kısıtlandığı ve 20 yıl bile yürürlükte kalamayan 1961 Anayasasını yapmanın anlamı nedir. Bunu yapanlar nasıl Atatürkçülükten bahsedebilirler !? Acaba bunlar, Atatürk sevgisi ve Atatürkçülük açısından ilgisiz ve önemsiz olaylar mıdır ? Atatürk’ün son yıllarında ve günlerinde Cumhuriyet’ in en büyük sorumluluğunu emanet ettiği, ona bağlılığı, yakınlığı, sevgi ve sadakati, söz götürmez olan, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Celâl BAYAR’ a karşı Atatürkçülük taslamak komik değil mi ? Ama, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Dr. Cem Eroğul’ a hazırlattırılan “Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi konulu”, bilimsel olması gereken, fakat marksist işporta klişelerinin kullanıldığı, olayların çarpıtılarak yorumlandığı bir doktora tezinde; “Gayenin Atatürk’ün dış görünüşüne dokunulmazlık bahşetmek olduğu, yoksa, Atatürk’ün ruhunun yaşatılması ile ilgisiz bulunduğu ifade edilmiştir.”
               Bu doktora tezini okuyan bir kimse, Atatürkçülüğün ruhuna bütünü ile aykırı bir düşünüş tarzının özenle işlendiğini ve 27 Mayıs zihniyetinin samimi bir Kemalizm ve/veya Atatürkçülük olmadığının somut örneğini açıkça görür ve anlar. Kaldı ki, kitabın ilerleyen bölümlerinde açıklayacağımız üzere; Darbe doğrudan Atatürk ilke ve inkılâplarına karşıdır.
               *ATATÜRK: “Millet, egemenliği (demokrasi) kayıtsız şartsız elinde tutmayı kendi vicdanına karşı söz verip, yemin ettikten sonra, şunun ve bunun gereğidir diye şuna veya buna verilebilecek en basit bir hak bulunuz, vazife bulunuz... Kimse bulamaz !.., Ondan sonrası idare usulü, halkın geleceğini şahsen ve fiili olarak idare etmesi esasına dayanır. Bildiğiniz gibi bir idare ve bir de egemenlik vardır. İdare, kalp ve vicdanın eğilimi ve isteğidir. Bir insanda olduğu gibi, insanlardan oluşan sosyal toplumda da irade mevcuttur. İRADE ALINAMAZ ve İRADE VERİLEMEZ. Fakat iradenin uygulama vasıtası olan egemenliği verebilen bir insan, veyahut egemenliğini kaybeden bir insan veyahut bir toplum egemenlikten yoksun olunca (ki, egemenlik iradenin göründüğü ve bilindiği yerdir) o halde iradesi felç olur. Bundan dolayı egemenliğini verebilmek için iradesinin felç olmasına razı olmak gerekir., Bundan dolayı veremez. Egemenliğini verebilmek için, iradesi’nin, arzusu’nun, eğilimleri’nin felçli kalmasını kabul etmek lâzımdır. Bu, ÖLMEYİ KABUL ETMEK demektir. Bundan dolayı bir millet, egemenliğini veremez. Yalnız (düşmanlardan) alınır, zorla alınır. Millet egemenliğini elinde tutuyor ve ancak egemenliğinden gerektiği kadarınıuygulaman üzere, M. Meclisi’nin tümünü görevlendiriyor. Fakat, (asla) bir tek adama bu yetki verilemez.” (1923-Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Arı İnan-TTK, 1982) 
* Türkiye’yi derece derece mi ilerletmeli ? (yoksa) ani olarak mı ? İki sistem var. Biri, bilinen büyük Fransız ihtilâlindeki yöntem; Rejimler değişecek, ihtilâllere karşı mukabil ihtilâller yapılacak. Sağ solu tepeler, sol sağı süpürürken, bir de bakılacak ki, bir buçuk asırlık zaman geçmiş. Bu milletin damarlarında o kadar bol kan ve önünde o kadar geniş zaman var mı ? (1922-Atatürk ve İktisat, Yüksel Ülken, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – 1981)
* Dünyada gerçekçi olmayan bir şey yaptığımız zaman hiçbir şey yapmıyoruz demektir. Bu memleketi şu yöne sevkederken, bir şey yaptığımızı ifade etmeliyiz ! Bir de, daima geçerli ve söz konusu olan “çoğunluktur.” Bu milletin çoğunluğu bizimle beraber ise, parti deyiniz, ne derseniz deyiniz ! yürümek mümkündür. Çoğunluk beraber değilse, grup deyiniz, heyet deyiniz, buna dayanarak inkilâpta başarı mümkün olamaz. (1923-Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Arı İnan TTK, 1982)
* Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak, yerlerine milletin en yüksek medeni gereklere göre ilerlemesini sağlayacak yeni müesseseleri koymuş olmaktır. Devlet hayatında inkılâp sosyal durumumuzu da kapsar; Lâiklik, Medeni Kanun ve Demokrasi.. (1933-Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Prof. Afet İnan – Türk Tarih Kurumu Yayını, 1959)
* Uçurumun kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... Yıllarca süren savaş ve ondan sonra, içerde ve dışarda saygı ile tanınan “yeni vatan” yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için aralıksız inkilâplar... İşte, Türk genel inkilâbının bir kısa ifadesi. (1935-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt: 1 – Türk İnkilâp Tarihi Enstitüsü Yayını, 1945)
* “Kişisel haklar teorisinin temeli şöyle kuruldu : Her türlü hakkın kaynağı (insan) kişidir. Çünkü, gerçek hür ve sorumlu olan yaratık, yalnız insan’dır.,” -  “Buna göre, kişinin yalnız doğal hak ve ahlâki sorumluluk ile sınırlandırılan mutlak bağımsızlığı, bütün medeni teşekküllerden önce, ilk durum olarak, çıkış noktası gibi kabul ediliyor. Fakat, diğer taraftan insanların sosyal ve siyasi teşekküller halinde bulunması da doğal ve gereklidir.,” – “İşte bu serbest gelişmeyi sağlamak, kişisel hakların oluşturduğu çeşitli hürriyetlerin ana gayesidir. Bu haklara saygı göstermeyen siyasi toplum, asıl vazifesinde kusur etmiş olur ve devlet, var oluşunun nedenini ve anlamını kaybeder. Çağdaş demokrasi de, kişisel hürriyetler, özel bir değer ve önem kazanmıştır; artık kişisel hürriyetlere devletin ve hiçbir kimsenin müdahalesi sözkonusu değildir. Ancak, bu kadar yüksek ve kıymetli olan kişisel hürriyetin medeni ve demokrat bir millete, neyi ifade ettiği; Hürriyet kelimesinin, mutlak şekilde düşünülebilen manâsıyla anlaşılamaz. Söz konusu olan hürriyet, sosyal ve medeni insan hürriyetidir.,” – “Kişisel hürriyetin, ne kadarından vazgeçilmesi gerekeceği, içinde bulunulan zamana ve memlekete göre değişir. Özel zamanlar, özel tedbirler gerektirebilir. Bir da, hürriyetin kötüye kullanılması, hürriyetin geçici fakat, geniş ölçüde sınırlandırılmasını gerektirebilir. Bütün bu tedbirleri ve sınırlandırmaları tanımak lüzumu , devlet fikir ve kavramını ifade eder. Bu hususlardaki tedbirlerin şiddetini ve sınırlarının genişliğini ölçmek büyük bir sanattır. Devlet sanatı ise budur. Bu sanatta isabetin derecesi hürriyetin sınırlarını çizen kanunda görülebilir. Çünkü, “Bu sınır ancak kanun yoluyla tespit ve tayin edilir” her halde, vatandaşların genel hürriyet ve mutluluğu için kişilerden, ancak devlet için zorunlu olan bir kısım hürriyetlerinin bırakılması istenebilir.,”–“Bu sebeple hürriyet, Türk’ün hayatıdır.,”–“Artık, Türkiye’de “Her Türk hür doğar ve hür yaşar”-“Türkler, demokrat, hür ve sorumluluklarını bilen vatandaşlardır. Türk Cumhuriyeti’nin kurucuları ve sahipleri bizzat kendileridir.” (1930-Medeni Bilgiler,286/ M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Prof. Afet İnan, 1969 – Türk Tarih Kurumu Yayını) “Yeter ki, Devlet; Hakimiyeti, milletin refahına, genel mutluluğuna ve vatandaş hürriyetlerinin sağlanmasına kullansın.” (1931 /287-Cumhuriyet Gazetesi, 19.Şubat.1931)
               “27 Mayıs sonrası yayınlanan mesnetsiz ve gülünç tebliğlerden biri” 
ESKİŞEHİR ÖRFİ İDARE KUMANDANLIĞI TEBLİĞİ
Ankara da bütün hükümet erkânı ve Demokrat Parti Başkanları yabancı memlekete kaçarken yakalanmışlardır. Beraberlerinde 12 uçak dolusu altın mücevherat ve parayı kaçırmakta iken yakalandılar. Sabık Başbakan Adnan MENDERES ve Sabık Reisicumhur Celâl BAYAR Askeri kumandanlık tarafından tevkif edilmiştir. Eskişehir de matbaası olan herkes bu havadisi basıp yayınlamalıdır. DİKKAT   DİKKAT   DİKKAT Vatanseverliğinize hitap ediyoruz. D.P. İl, İlçe ve Bucak Başkanlarının kaçmalarına mahal vermeden tevkif edilmelerini ve askeri kuvvetler gelinceye kadar salınmamalarını rica ederim.
Eskişehir Örfi İdare Komutanı; Tuğ General Bedii KİREÇTEPE

DİĞER İLGİNÇ ÖRNEKLER; (Nazlı ILICAK, 27 Mayıs yargılanıyor)
BÜYÜK YALAN ve İFTİRALAR: AĞAOĞLU, Yunanistan’a kaçarken yakalandı. Eski vekil yakalandığı zaman çoban kıyafetinde idi., Sabık iktidarın taraftarlarını silâhlandırmaya çalıştığı ve ordudan 37 bin tüfek istediği açıklandı., Buzhanelerden toplu halde cesetler çıktı. Cesetlerin ekserisinin nümayişlerde öldürülen talebeler olduğu açıklandı., İstanbul emniyeti, mezarları arayan askeri idare emniyet müdürü Vahap Erdoğan; Elimizde bir çok ihbar var. Bize Eyüp ve Üsküdar’da taze mezarlar bulunduğu, talebelerin buralara ikişer-üçer şekilde gömüldüğü bildirildi. Demiştir.
. Harp okulunun imha plânları açıklandı. Öyle ki; Demokratik parlamenter sistemle yönetilen bir ülkede Meclisin feshedilmesi, Atatürk’ ün en yakın arkadaşı, sırdaşı, Bakanı, Başvekili ve Halk Partisini kurucusu, TC’nin ilk Sivil Cumhurbaşkanı Celâl BAYAR’ ın ve O’ ndan sonra en yüksek komuta mercii Genel Kurmay Başkanının görevden alınarak tutuklanması, iktidar mensuplarının Yassıadaya gönderilmesi; Basın, sözde aydınlar ve muhalefet tarafından alkışlanıyordu.  DP teşkilât mensupları ve seçmenleri hakarete maruz kalıyor ve nahak yere işkence görüyorlardı. Ancak, bu isyan ve antidemokratik uygulamalardan sadece askerler sorumlu değildi. Üniversite ve yargı mensupları, bazı siyasiler, basın ve (gerçek demokratlar hariç) herkes demokrasiyi ortadan kaldıran bu hukuk ve ahlâk dışı davranışlara alkış tutuyor ve fetva veriyordu. Dahası, müthiş bir iftira ve ihbar furyası başlamıştı. MGK tarafından çıkartılan “tedbirler yasası” bunu teşvik ve tahrik eder mahiyette olduğundan, bu ahlâk dışı iftira ve gammazlama kampanyası çığırından çıktı. Buna üzülmemek mümkün değildi.
            Aslında Demokrat Partinin memlekete kazandırdığı eser ve hizmetler saymakla bitmez. Hattâ buna sayfalar bile yetmez. Ancak, NATO kaynaklarından alınan bilgi ve belgelere göre DP, 10 yıllık iktidarı süresince, emsal ve dünya geneli örneklerine göre ortalama 100 yıllık bir kalkınma ve gelişmeyi gerçekleştirmiş mucizevi bir siyaset kurumudur. ( DP’nin dünyada bir başka eşi ve benzeri yoktur. Yeryüzünde hiçbir parti bu kadar başarılı olamamıştır., Besim TİBUK, 1993 Dönemi DP Genel Başkan Yardımcısı ve LDP Genel Başkanı.  İstanbul, Kanal-7 14.Mayıs.2001)
            YORUM : Gerek 1950’den sonra geçen on yıl zarfında, gerekse 27 Mayıs 1960’dan sonra Demokrat Partinin on yıllık icraatı ve mensupları hakkında (yukarda bir örneği görüldüğü gibi) muhalefet, bazı kalemler ve ihtilâlciler tarafından; Hiçbir ahlâki, insani, ilmi ve vicdani kayda tabi olmadan çok ağır kötülemeler, yalanlar, iftiralar ve suçlamalar yapıldı. Kamuoyunun ve halkın beyni bu şekilde yıkanmak ve DP hafızalardan silinmek istendi. Suçlamaların dikkate değer tarafı, başta radyo, ajans, hukuk hocaları olmak üzere bütün devlet gücü ve basının büyük kısmı tarafından yapılması, suçlananların da hiçbir şekilde cevap vermek durumunda olmamalarıdır. Suçlamaların hiçbirinin sabit olmaması, bunların en büyük makamından itibaren Devlet organları tarafından yapılması, siyasi güce, iftiracı ve intikamcı bir Devlet niteliğini kazandırmıştır. Maalesef memlekette o zamanlar Osmanlıca tabiri ile zebunküşklük hakim olmuş, radyo ve basın büyük ölçüde buna katılmış ve katkı sağlamıştır. O kadar ki, 4 Temmuz 1960 tarihli Time Dergisi de, başlatılan intikam kampanyası hakkında endişelerini belirtmek lüzumunu hissetmiş ve göstermiştir.  
TÜRK MİLLETİ’NİN REDDETTİĞİ İHTİLAL : 27 MAYIS1960
“Bize yapılan hücumlar, aslında milli iradeye yapılmıştır.” Yassıda, Adnan MENDERES
24 Mayıs 1960 günü iktidar, en geç üç ay içinde bir “erken seçim” yapılması ve seçimin emniyet şartları içerisinde cereyanını sağlamak için muhalefetle tam bir görüş birliğine vararak, Halk Partisi ile halisane bir anlayış, işbirliği ve mutabakat ortamı sağladı. Bu işbirliği o günün ortamı içinde büyük önem taşıyor, ülkedeki siyasi bunalımın seçimle bertaraf edileceği ve demokrasinin korunacağı hususunda umut veriyor idi. Fakat, Türkiye Büyük Millet Meclisinde oluşan bu mutabakatın üzerinden 36 saat bile geçmeden, 27 Mayıs sabahının ilk saatlerinde askeri müdahale yapıldı. 
Bu, dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir darbe şeklidir. Tek yönlü, haksız ve hukuksuz olarak gerçekleştirilmiş, emir komuta zincirine uyulmaksızın ve hiyerarşik düzene aykırı olarak yapılmıştır. Buna rağmen 27 Mayıs bayram olarak ilan edilip millete mâledilmeye çalışılmış ve yıllarca halk aldatılarak Demokrat Partililer küçük düşürülmeye çalışılmıştır. Bu utanç vericidir. Zira, darbe doğrudan Cumhuriyet, DEMOKRASİ ve Demokrat Parti’ ye karşıdır. Üstelik, millete rağmen yapılmıştır. Bu meş’um darbeyle DP iktidardan uzaklaştırılıp mallarına, evraklarına el konulup, mensupları tutuklanırken; Başta CHP olmak üzere diğer partilere dokunulmamıştır.
Müdahaleyi, Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İNÖNÜ ve damadı Metin TOKER ile Cemal ÜRSEL hariç olmak üzere; aslında askerlikle barışık olmayan tamamının sicili bozuk 37 Subay ve bir kısım Astsubay tarafından gizlice tertiplenmiş ve yasa dışı olarak yapılmıştır. Darbenin hiyerarşik olmadığına dair en bariz örnek, Genel Kurmay Başkanı ile Hava Kuvvetleri Komutanının da operasyonun hedefleri arasında bulunmasıdır. Orgeneral Rüştü ERDELHUN ile Orgeneral Tekin ARIBURUN, Demokrat Parti Milletvekilleri ile birlikte hatta, onlardan da önce göz altına alındılar. Dönemin Milli Savunma Bakanı İbrahim Ethem MENDERES’ de ilk göz altına alınanlar arasındaydı.
İhtilal idaresi, ilk günlerden itibaren CHP ile temasa başlamış ve onun emrine girmişti. İhtilalin görünen lideri Cemal GÜRSEL, 28 Mayıs 1960 sabahı İsmet İNÖNÜ’ yü telefonla aramak suretiyle ona: “Emirleriniz bizim için daima peygamber buyruğudur.” Demiş ve İnönü’ den gelecek talimatları uygulayacağı teminatını vermişti. Yazar Metin TOKER, “İsmet Paşayla On Yıl” isimli yapıtının 3. cilt sayfa 12-13’de bunu açıklamıştır. İhtilal, taraflardan birinin üzerine acımasızca yürürken, diğerini okşuyordu.
Bu darbenin diğer bir özelliği, partiler arası mücadeleler sonunda ortaya çıkan gerginliğin durdurulması gibi bir amaçla yapıldığı iddia olunmuş olmasına rağmen, aslında müdahale sadece iktidar partisini hedef almıştır. Cumhurbaşkanı, Hükümet Üyeleri, DP Milletvekilleri ve teşkilatından pek çok insan tutuklandığı, bir kısmı işkenceye tabi tutulduğu, sonunda 15 idam ve ağır cezalar verildiği halde, CHP’ye mensup hiç kimsenin sorgu suale uğramamış olmasıdır. İdama mahküm edilenler : Celal BAYAR, Refik KORALTAN, Adnan MENDERES, Fatin Rüştü ZORLU, Hasan POLATKAN, İbrahim KİRAZOĞLU, Agâh EROZAN, Emin KALAFAT, Baha AKŞİT, Hamdi SANCAR, Bahadır DÜLGER, Nusret KİRİŞOĞLU, Zeki ERTAMAN, Osman KAVRAKOĞLU ve Genel Kurmay Başkanı Rüştü ERDELHUN’ dur. (Diğer Milletvekilleri 5 ilâ 15 yıl ile müebbet hapis arasında ağır cezalara çarptırıldılar.) Bunlardan Adnan MENDERES, Fatin Rüştü ZORLU ve Hasan POLATKAN İmralıda asılarak idam edildi. (16-17 Eylül 1961) Diğer idamlıkların cezaları müebbet hapse çevrildi. Bunlar İmralı’ dan diğer arkadaşlarının bulunduğu Kayseri Cezaevine gönderildi.
Demokrat Partinin 400 Milletvekili ve parti teşkilatından binlerce yönetici; Başta Yassı ada mahkemesi olmak üzere çeşitli ağır ceza mahkemeleri tarafından sorulan servet ve siyasetlerinin hesabını verip beraat ettiler. Haksız mal edinme davalarından bir kişi bile mahkum edilmedi. İhtilalci, DP’yi halkın karşısında itibarsız kılmak için harcadığı çabalara rağmen, gerçeği fark etmiş olan halkımızı kendi yanına çekmeyi başaramamıştır.  
Celal BAYAR, hastalığı sebebiyle 1963 yılında Adli Tıp Raporu ile tahliye edildi. Bayar bir müddet sonra yeniden tutuklanarak önce hastaneye yatırıldı. Tahliye için verilen rapor iptal edildi. Tekrar Kayseri Cezaevine nakledildi. Daha sonra 1964 yılı sonunda diğer müebbet arkadaşları ile birlikte Kayseri Cezaevinden tahliye edildi. Hizmetleri ve bıraktığı eserler, uzun ömrüne 104 yıla sığmayacak kadar çok olan BAYAR, 22 Ağustos 1986 tarihinde hayata gözlerini kapadı. Her ilden getirilen vatan toprakları ile birlikte, köyü olan Umurbey’ de toprağa verildi.   
Bu yönüyle, 1960 darbesinin yeniden mahkemelere taşınıp, yargılamanın ( Nürmberg Mahkemeleri gibi ) tekrarlanması, özellikle günümüz Demokrat Parti Yöneticileri olmak üzere, bütün bir millet için zorunlu bir vebal mesabesindedir.
Zira, 27 Mayıs darbesi Türk Milleti tarafından onaylanmamış, ilk dönemde sadece tahammül edilmiş, katlanılmış sonunda ise ihtilal açık suretle reddedilmiştir. Dahası, DP 1960’dan sonra kamu vicdanında tamamen aklandığı gibi, İzmir ve İstanbul İktisat Kongrelerinde iktisaden  haklılığı ve doğruluğu ispatlanmış, TBMM’de siyaseten ibra edilmiş ve siyasi hakları ile itibarlarının iadesi cihetine gidilmiştir. Yüksek Adalet Divanı, yani Yassıada Mahkemesi dışında açılan bütün mahkemeler ise beraatle sonuçlanmıştır.
Yassıada da kurulan Yüksek Adalet Divanı’na gelince ; Bu sözde Mahkemenin Adalet ve Hukukla hiç mi hiç ilgisi alakası yoktur. Yine Besim TİBUK’ un tabiriyle hukuk ve ahlak tarihinin yüz karasıdır. Cari Anayasa durumunda olan Teşkilatı Esasiye Kanunu’na tamamen aykırıdır. 1961 Anayasası ise sadece % 61 katılımla onaylanmıştır. Bunun en az % 20 si cebri ve korkudan – baskıdan mütevellittir. Yani, 1960 darbesinin hiçbir hukuki, ahlaki ve milli dayanağı yoktur.
Ancak ; 27 Mayıs 1960 – 30 Mayıs 1960 tarihleri arasında bütün DP Bakan ve Milletvekilleri ile İl, İlçe, Ocak ve Bucak Başkanları, Yönetim Kurulu Üyeleri ve üyelerinin çoğu tutuklanmış ; İşkence ve zulümlere uğramış ; Ayrıca, Partinin bütün menkul ve gayri menkulleri ile her türlü evrakına el konularak imha edilmiştir.    
Milli Birlik Komitesi’nin yapısı ve oluşum biçimi de ayrı bir tartışma konusudur. Bunu daha iyi anlamak için, bizzat Milli Birlik Komitesi tarafından Devlet Radyosunda yaptırılan, 21 Temmuz 1961 – 11 Ağustos 1961 tarihleri arasında sürdürülen “Hırsızlar Kervanı” isimli programın içeriği yeterlidir. Bu programda, her gün tam 5 saat 45 dakika 15 saniye müddetle DP ve DP’ nin ileri gelenlerine iftira üstüne iftira, yalan üstüne yalan yağdırıldı.
Bu programın ardından 15 Eylül 1961 günü Yassıada Mahkemesinin kararları açıklandı. 47 kişi beraat ettirilmiş, 15 kişi idama, 31 kişi müebbet hapse, 305 kişi de çeşitli ağır cezalara çarptırılmıştı., 15 idamdan üçü Başbakan Adnan MENDERES, Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü ZORLU, Maliye Bakanı Hasan POLATKAN ‘ın cezalarını Milli Birlik Kurulu maalesef tasdik ve infaz eyledi. (16–17 Eylül 1961) Diğer mahkumların hepsi, cezalarını çekmek üzere Kayseri Cezaevine gönderildi. Cumhurbaşkanı Celal BAYAR ise bilahare yaşlılık ve hastalığından ötürü affedilerek salıverildi., Parti’ nin tüzel kişiliğine gelince: 27 Mayıs 1960 darbesine kadar Büyük  Kongre toplamayan Demokrat Parti, 1 Eylül 1960 tarihinde resmen faaliyetten men edildi. 29 Eylül 1960 tarihinde ise ,süresi içinde Büyük Kongresini toplayamadığı gibi enteresan ve darbeyle ilgi kurulmayan bir gerekçe ile Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından kapatıldı.
27 MAYIS KONUSUNDA ÖNEMLİ BİR TESPİT VE BAZI GERÇEKLER
27 Mayıs da Türk Silâhlı Kuvvetlerinin, yönetimi, darbeyle milli iradeden alıp Milli Birlik Komitesine devrettiği üyeler ve doğrudan ihtilali planlayan, sevk idare ve organize eden grup:   S.No: Adı ve Soyadı :           Rütbesi / Görevi                                :
            01.      Cemal Gürsel               Devlet Ve Hükümet Başkanı, Orgeneral
            02.      Ekrem Acuner              Kurmay Albay
            03.      Refet Aksoyoğlu           Kurmay Yarbay
            04.      Mucip Ataklı                Kurmay Albay
            05.       Fazıl Akkoyunlu           Piyade Yarbay
            06.       İrfan Baştuğ                 Tümgeneral
            07.       Rıfat Baykal                 Kıdemli Piyade Yüzbaşı
            08.       Emanullah Çelebi         Kıdemli Kurmay Yüzbaşı
            09.       Ahmet Er                     Jandarma Binbaşı
            10.       Orhan Erkanlı              Kurmay Binbaşı-(İnönü’nün Yakın Dostu )
            11.       Vehbi Ersü                   Kıdemli Kurmay Yüzbaşı
            12.       Numan Esin                 Kurmay Yüzbaşı
            13.       Suphi Gürsoytrak         Kıdemli Kurmay Binbaşı-(İnönü’nün Yakın Dostu)
            14.       Orhan Kabibay            Kurmay Yarbay
            15.       Kadri Kaplan               Kurmay Binbaşı
            16.       Mustafa Kaplan           Kurmay Yarbay
            17.       Suphi Karaman            Kurmay Yarbay
            18.       Muzaffer Karan           Tank Kıdemli Binbaşı
            19.       Kamil Karavelioğlu      Kurmay Yüzbaşı
            20.       Osman Köksal Kurmay Albay
            21.       Münir Köseoğlu           Kurmay Deniz Binbaşı
            22.       Fikret Kuytak              Kurmay Albay
            23.       Sami Küçük                 Kurmay Albay
            24.       Cemal Madanoğlu        Tümgeneral
            25.       Sezai O’kan                 Kurmay Albay
            26.       Muzaffer Özdağ           Kurmay Yüzbaşı
            27.       Fahri Özdilek               Orgeneral-(İstanbul Sıkıyönetim Komutanı)
            28.       Mehmet Özgüneş         Kurmay Yüzbaşı
            29.       Selahattin Özgür           Kurmay Binbaşı
            30.       Şükran Özkaya            Kurmay Binbaşı
            31.       İrfan Solmazer  Personel Kıdemli Yüzbaşı
            32.       Şefik Soyuyüce            Kurmay Binbaşı
            33.       Dündar Taşer               Tank Binbaşı
            34.       Haydar Tunçkanat       Kurmay Albay
            35.       Alpaslan Türkeş           Kurmay Albay-(Başbakanlık Müsteşarı Oldu)
            36.       Sıdkı Ulay                    Tümgeneral
            37.       Ahmet Yıldız                Kurmay Albay
            38.       Muzaffer Yurdakuler    Kurmay Albay
Albaylar           ( tümü kurmay) 9 kişi    ortalama yaş :   42
Yarbaylar         ( tümü kurmay) 4   “     ortalama yaş :   41
Binbaşılar         ( 10’u  kurmay)            13 “     ortalama yaş :   38
Yüzbaşılar        (4’ü kurmay)                7  “      ortalama yaş :   34
Toplam  : 33 Subay      ortalama yaş :   39, Görüldüğü gibi ortalama rütbe binbaşı-yarbay’ dır. Otuz üç yüzbaşı-binbaşı-yarbay, son aşamada aralarına dört general ve emekliliğini isteyerek izne ayrılmış bir orgenerali almışlardır.
MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ DÖNEMİ; DARBE VE SONRASI SEYİR DEFTERİ;
28.Mayıs.1960: Sıddık Sami ONAR Başkanlığındaki Anayasa Komisyonu ilk raporunu MBK’ ne sundu. Bunda, 27 Mayıs darbesinin hukuki yönü açıklanıyordu. S. S. ONAR, Naci ŞENSOY, Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU, Hüseyin Naili KUBALI, Ragıp SARICA, Tarık Zafer TUNAYA ve İsmet GİRİTLİ gibi Üniversite üyelerinden oluşan komisyon “CHP Hukuk uleması” olarak ilk fetvasını verdi.
28.Mayıs.1960: Ankara’ya gelen Cemal Gürsel, İsmet İnönü’ yü telefonla arayıp; “Bizim için, emirleriniz peygamber buyruğu sayılacaktır” diyerek her konuda güvence verdi. Devamla: “Size karşı kusurluyuz Paşam. Hareketimizi size önceden haber vermedik. Fakat, verseydik, bizi bundan caydırmak isteyeceğinizi (!?) biliyorduk. Yapacak başka bir şeyimiz kalmamıştı.” Dedi. (Toker, Age, s. 11) İnönü’nün cevabı : “Memleket ve millet için hayırlı bir iş yaptınız... Asıl, başarınız için ben sizin emrinizdeyim Paşa Hazretleri... Ne zaman bir arzunuz olursa, emrinize amadeyim. (Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları, 1960-1961, s.21)
MBK AÇIKLAMASI; “Aziz Vatandaşlar, bazı kimselerin milli inkilâp hareketini kendi partilerine mal ederek vatandaşları arasında propaganda yapmakta ve diğer parti mensupları üzerinde baskıya yeltenmekte oldukları muhtelif kaynaklardan öğrenilmiştir. İnkilâbın ilk gününden itibaren üzerinde hassasiyetle durulan bu mevzuu tekrar etmekte fayda görüyorum. Milli inkilâp hiçbir şahsın, hiçbir zümrenin lehine yapılmış değildir. C. GÜRSEL (Toker, Demokrasimizin İ. Paşalı Yılları, 1960-1961, s. 84)
29.Mayıs.1960:Dahiliye Vekili Namık GEDİK intihar etti. İçinde cesedi bulunan tabutun açılmasına yönetim tarafından izin verilmedi. (?!)

(*) Mustafa Nevruz SINACI
     Siyaset Bilimci, Hukukçu, Gazeteci-Yazar,
     7. ve 9. dönem DP Genel Başkan Yardımcısı
KAYNAK: “Gelenek ve Gerçek, MNS-Kitap-Ankara, 2008”





48 YIL SONRA
‘27 MAYIS’ YORUMLARINDA DA BÖLÜNDÜK

Türkiye her olayda, her olayın yorumlarında, bölünüyor. Bu yıl bana çeşitli gruplardan gelen 27 Mayıs’ı yorumlayan çok sayıda e posta iletilerinden 82’sini kaydettim. Bunlardan 39’u 27 Mayıs’ı yerden yere vuruyor. 43’ü ise göklere çıkarıyor. “Anadolu Devrimi’nin ikinci Bacağı” diyen dahi var ! Bölünmüşlük, insan bedenindeki tüm organlara yayılmış kanser gibi. Her konuda bölünüyor ve bizden olmayanlara ‘düşman’ gözüyle bakıyoruz. 48 yıl sonra 27 Mayıs’ı daha sakin ve gerçekçi bir yaklaşımla yorumlamalıyız. Bunu yapmaya çalışacağım:

27 Mayıs, ortalama rütbeleri binbaşı-yarbay olan 33 subayın (aralarına son anda 5 general alarak)  yaptıkları bir askeri darbe idi. Hazırlanışı ve yürütmesinde Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri yoktu. Darbeciler, daha sonraki Aydemir girişimlerinden farklı olarak, radyoevini ellerinde tutabildikleri için başarıya ulaştılar.

27 Mayıs’ı yapan Milli Birlik Komitesi (MBK) üyesi Rahmetli Muzaffer Özdağ ile, emekli Korgeneral Sayın Cihat Akyol’un önünde, aramızda şu konuşma geçmişti, 1998 yılında: (Bu söyleşiyi rahmetli Özdağ sağ iken birkaç kez yayımlamıştım.  Sayın Akyol hayattadır.)

Özdağ – 26 Mayıs 1960 günü ülkede ihtilal ortamı vardı.
Demirer – Katılmıyorum ama diyelim ki öyleydi. Siz o sabah pencereden baktınız. İhtilal ortamını gördünüz ve ihtilal yapmayı mı kararlaştırdınız, yoksa bu kararı daha önce mi verdiniz?
Özdağ – Daha önce.
Demirer – Ne kadar daha önce? Bir gün, bir ay ya da bir yıl?
Özdağ – Bir yıl gerçeğe daha yakın.
Demirer – Sizce, 26 Mayıs 1959 günü, Türkiye’de ihtilal ortamı var mıydı?
Özdağ -  Yoktu.
Demirer – Teşekkür ederim. Siz, şu anda, ülkede ihtilal ortamı yok iken ihtilal kararını verdiğinizi teyit ettiniz. Karardan sonra da bir yanda CHP, öte yanda İstanbul ve Ankara üniversiteleri ile medya, elbirliği ile ihtilal ortamını oluşturdunuz.

Nihat Erim,  Günlükler’inde şunları yazmıştır, 29 Ağustos 1960 (Sf. 720):
“Bir 27 Mayıs darbesinin zaruri hale gelmesinde İnönü’nün mesuliyeti yok mu?  Ciddi, samimi ve ısrarlı bir uzlaşma aradı mı? Bana rağmen yürüttüğü 1955 - 1960 politikasının ya Menderes diktatörlüğüne veya askeri bir darbeye götüreceğini anlamadı mı? Askeri darbenin neticelerini hesaplayamadı mı? Son bir buçuk yıl nutuklarıyla da böyle bir darbeyi teşvik etmedi mi?”       

27 Şubat 1962 (Sf. 746)
“İnönü’nün bu işte büyük sorunu var. 27 Mayıs’ı teşvik etti. Askeri politikaya teşvik etti. İhtilale azmettirdi.” (Azmettirmek: “Kesinlikle yapmasına karar verdirtmek”)

Son olarak Türkeş’in 1994 yılında Sabah Gazetesi’nde yayımlanan anılarından çok önemli bir tespit. Orgeneral Gürsel’in 3 Mayıs1960 günü İzmir’e gitmeden önce Türkeş’e söyledikleri:
“…halkta bir şey görmüyorum… Bu şartlarda müdahaleye lüzum yok. Müdahale planını geri  bırakın, şayet iki  parti arasında zıtlaşma daha çoğalırsa ve halk ikiye bölünür, vuruşma çatışma baş gösterirse, o zaman müdahale edelim.”  (7.6.1994 Sabah Gazetesi)

Benim kişisel yorumum: 27 Mayıs, ortamı yok iken darbeci bir yaklaşımla,  TSK emir ve komuta zinciri dışında, kendi ifadelerine göre (Ahmet Yıldız) daha teğmen iken darbeler planlayanlar tarafından, ortamı başta CHP olmak üzere basın ve üniversite tarafından oluşturuldukta sonra yapılmış bir darbedir. Aydemir gibi Ankara radyoevini kaptırmadığı için de başarıya ulaşmıştır. 27 Mayıs, çok kısa bir süre sonra raydan çıkmıştı. Türkeş, 29 Haziran
1994’de Sabah’ta itiraf etmiş:
“Temmuz ayından bu yana işler iyi gitmiyordu. Bu havada yürüyemeyeceğini de görüyordum. Çok güvendiğim arkadaşlara, ikinci bir oerasyona gitmek gerektiğini de söyledim.”

Türkeş’in 27 Mayıs için kullandığı sözcük ilginçtir:  ‘Operasyon’ İkinci operasyonu başkaları kendisine yapmış ve Türkeş soluğu Yeni Delhi’de bulmuştur. MBK Üyesi Fazıl Akkoyunlu ile 5.10.1961’de Afganistan’da, Türkeş ile de 23.11.1961’de Hindistan’da tanışmıştım. Her ikisi de daha o tarihte 27 Mayıs’ın yanlış ve gereksiz olduğunu konuşur olmuşlardı. 

Gereksizdi çünkü yanlış bilgilere dayandırılmıştı. Örneğin MBK’nin 27 Mayıs’tan kısa bir süre sonra yayımladığı Yassıada broşüründeki ekonomi ile ilgili şu yanlış tespitler ile aşağıdaki tabloyu karşılaştıralım:

“Hesapsız gidişlerin, ilme ve ihtisasa kıymet vermeden, istişare etmeden alınan şahsi, indi ve memleketin bünyesine uymayan yanlış kararların tatbikatı ile memleket iktisadiyatı ve sosyal hayatı günden güne bozulmuş; bunun neticesinde ferdi ve içtimai hayatta beliren huzursuzluklar sebebiyle gerek matbuatta ve gerek muhalefet saflarında sert tenkidler başlamıştı.

Seçilmiş Parametreler
Birim
1949
1960
Artış %
Buğday üretimi
Bin ton
2 517
8 450
236
Elektrik üretimi
Milyon kwst
737
2815
282
Çimento üretimi
Bin ton
390
2 038
423
Şeker üretimi
Bin ton
100
640
540
İlaç üretimi
Milyon TL
8
270
-----
İlaç üretimi
Altın eşdeğeri (kg)
1 311
16 770
1 179
Ankara Telefon
Rehberinde Ticari
Abone Sayısı
Adet
185
(1950
Yılı)
7000
Çok büyük
bir oran

Devlet Planlama Teşkilatının Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın 16ıncı sayasında bir tablo vardır. DP döneminde gerçekleştirilen yatırımlar. Bunları cari altın fiyatları ile altın eş değeri olarak hesaplarsak bulduğumuz toplam yatırım değeri: 7 232 ton altındır.  DP’nin devraldığı altın 122 ton 840 kilodur. On yılda artan dış borcun (122 milyon Dolar) altın eşdeğeri de 109 tondur. Demek ki,  DP döneminde altınların tamamı rehin edilmiş olsa idi (ki, değildi) toplam olarak altın rezerv eksilmesi ve dış borç artışı 232 ton altın eşdeğerindedir. Gerçekleştirilen yatırımların altın eşdeğeri ise 7 bin 232 ton altındır.

Özet: 48 yıl sonra soyut kavramlara saplanıp kalmadan ve yalnız DP karşıtı önemli kişilerin ifadelerine dayalı olarak 27 Mayıs’ı irdelemeye çalıştım. Ortaya iki önemli gerçek çıkıyor:

·        27 Mayıs, ortamı yok iken planlanmış, ortamı CHP’nin büyük desteği ve basın ve üniversite ile birlikte oluşturulmuş askeri bir darbedir. TSK emir komuta zinciri dışında yapılmıştır. TSK’ya mal edilemez.
·        27 Mayıs’ın yanlışlığını 23 Kasım 1961’de bana itiraf eden Türkeş daha sonra bu hususu defalarca söylemiş ve yazmıştır.

Ekonomi ile ilgili iddialar tamamen yanlış ve gerçekdışıdır. Yukarıdaki tabloyu 26 parametre ile verdiğimizde 1949 ile 1960 yıllarının ak ve kara kadar farklı olduğu, 1949 yılında milyon-larca kişinin aç ve bi-ilaç olduğu görülmektedir. Bu konuyu Yaşar Nabi Nayır Varlık Dergi-si’nin Aralık 1949 sayısında yazmıştır: “Korkunç bir Hakikat” 1949 yılında yalnız verem has-talığından bir yılda ölenleri sayısı 50 bin idi. Ülke yetersiz ve pahalı elektrik üretimi nedeniyle kapkaranlıktı. Başkent Ankara’da elektrik abonesi olmayanların oranı % 41 idi. DP, vatandaşın karnını doyurmuş, hastasına bakmış, refah düzeyini % 250 oranında yükseltmiştir.
27 Mayıs’ın anlamsızlığı ve gereksizliği; 27 Mayıs’ı,14 Mayıs’ta kalkan bir trenin on yıllık yolculuğunun son istasyonu olarak algıladığımızda ve 14 Mayıs’ta Türkiye’nin hangi şartlar altında kıvranan bir ülke konumunda iken 27 Mayıs’ta ise ne ölçüde gelişmiş bir durumda bulunduğunu gördüğümüzde, 48 yıl sonra, çok daha iyi anlaşılmaktadır.

Mehmet Arif Demirer, 27 Mayıs 2008          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder