“12 EYLÜL 1980 MEŞRU MÜDAHALESİ VE NEFSİ MÜDAFAA’NIN
37. SENE-İ DEVRİYESİ ANISINA”
27 MAYIS’IN UNUTTURULMUŞ BİR
KURBANI “DEMOKRAT PARTİ İSTANBUL MİLLETVEKİLİ” DR. ZAKAR TARVER’İ HATIRLAMAK!..
(AGOS, 26.05.2013GÜNCEL)
Milletvekili
Zakar Tarver, 27 Mayıs’ta tutuklanarak, Yassıada’ya götürüldü. Kısa bir süre
sonra da ölüm haberi geldi. Tarver’in bir yakını, o günleri şöyle anlatıyor:
“19 Eylül’de haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Zakar Bey’in bütün vücudu
mosmordu. Belli ki çok dövmüşler.”
Milletvekili
Zakar Tarver, 27 Mayıs Darbesi’nde tutuklanarak, pek çok parti arkadaşı ve
bürokratla birlikte, camları gazete yapıştırılarak kapatılmış bir gemiyle
Yassıada’ya götürüldü. Kısa bir süre sonra da ölüm haberi geldi. Tarver’in bir
yakını, o günlerde yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “19 Eylül’de haber
geldi, Zakar Tarver öldü diye. Cenazesini Gülhane’deki Adli Tıbba götürmüşler.
O tarihte Adli Tıp Gülhane’deydi. Zakar Bey’in bütün vücudu mosmordu. Belli ki
çok dövmüşler. Menderes’e bile neler yaptılar, kim bilir bu gâvura neler
yapmışlardır diye düşündük. Yaşlı olduğu için dayanamamış, zaten kendisi hassas
bir insandı. Annesinden gazeteleri sakladık, oğlunun ölüm haberini gazeteden
almasın diye. ‘Asker gazeteleri yasakladı’ dedik. Sonra duyunca annesi yıkıldı,
çok acı çekti.”
27 Mayıs 1960’ta
yaşanan askeri müdahale Demokrat Parti iktidarına son verirken, Türkiye’de on
yılda bir yaşanacak darbeler döneminin de başlangıcı oldu. Ordu, 27 Mayıs
darbesiyle siyasete el koydu, iktidarı gasp etti, seçimle ve çoğunluğun oyuyla
iktidarda bulunan Demokrat Parti’yi devirdi. Yassıada’da görülen ‘Anayasa’yı
ihlal’ davası, vatana ihanet suçlamasıyla açılmıştı.
Cumhurbaşkanı
Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’le birlikte, 401’i milletvekili olmak
üzere, 500’den fazla Demokrat Partili, darbecilerin kurduğu mahkemelerde sanık
oldu ve yargılandı. Davanın vatana ihanet suçlamasıyla açılmasının sebebi,
cumhurbaşkanının ancak vatana ihanet suçu kapsamında sorumlu tutulabilmesi ve
yargı önüne çıkarılabilmesiydi. O tarihte 78 yaşında olan Celal Bayar’ın idam
cezasına çarptırılabilmesi için gereken ‘hukuki’ zemin, Türk Ceza Kanunu’ndaki
65 yaş sınırının kaldırılmasıyla hazırlanmıştı. Darbeciler ve yandaşları 27
Mayıs askeri darbesini bir ‘devrim’ olarak adlandırmıştı. 27 Mayıs darbesi,
1963’te, İsmet İnönü hükümeti tarafından ‘Hürriyet ve Anayasa Bayramı’ adıyla
resmi bayram ilan edilerek kutlanmaya başladı. 27 Mayıs okul kitaplarına
alınarak, 1960’tan 1983’e kadar çocuklara bir ‘devrim’ olarak okutuldu.
Lideri idam
edilmiş bir siyasi geleneğin devamı olan ve Demokrat Parti’nin yerine kurulan
Adalet Partisi, ne ironiktir ki, 12 Mart’ta darbecileri desteklemişti. Deniz
Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararına ilişkin Meclis görüşmelerinde Süleyman
Demirel sıralara vurarak “Üç isteriz” diye bağırmış, 27 Mayıs’ta asılan üç
siyasetçiye karşı üç gencin idam edilmesi yönünde oy kullanmıştı.
Cuntanın yaptığı
27 Mayıs darbesi çok yakın bir tarihe kadar kendine aydın-solcu diyen insanlar
tarafından bile ‘devrim’ olarak kabul edilmekteydi. Ancak son yıllarda
darbecilik tartışmaları 27 Mayıs’ın da yoğun bir şekilde konuşulmasını sağladı.
O tarihlerde yaşananlar, acı hikâyeler anlatılmaya, yazılıp çizilmeye başladı.
Genç Siviller gibi girişimler ve demokrat aydınlar 27 Mayıs konusunda bir
farkındalık yaratarak, o dönem yaşanan acıları ve hukuksuzlukları gözler önüne
serdiler.
27 Mayıs
darbesinin kurbanları denince akla ilk olarak idam edilen Adnan Menderes, Fatin
Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan gelir. Ancak bu darbenin kurbanları sadece onlar
değildi. Yassıada’ya götürülenlerden 10 milletvekili ve bürokrat işkence sonucu
hayatını kaybetti. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Lütfi Kırdar, duruşma
sırasında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Yusuf Salman, Lütfü Şaylan,
Gazi Yiğitbaşı, Emekli Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, Yümnü Üresin ve Kenan
Yılmaz, Anayasa davasında yargılanırken, Yassıada’da vefat ettiler. İçişleri
Bakanı Namık Gedik, Ankara’da Harp Okulu’nda hayatını kaybetti, ölüm nedeni
‘intihar’ olarak açıklandı. Herkesin ortasında askerlerden dayak yemeyi
gururuna yediremeyen Cemil Keleşoğlu bileklerini keserek intihar etti. İstanbul
Emniyet Müdürü Faruk Oktay da 30 Eylül 1960’da, işkence sonucu hayatını
kaybetti.
27 MAYIS’TA MARUZ KALDIĞI
MUAMELE SONUCU ÖLEN POLİTİKACILARDAN BİRİ DE ERMENİ’YDİ.
Demokrat Parti İstanbul Milletvekili ve Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi’nin eski başhekimlerinden ve Türkiye’nin ilk radyologlarından Zakar Tarver de 27 Mayıs’ın işkence sonucu ölen kurbanlarından biri oldu. Tarver 27 Mayıs’ta tutuklanmıştı. Yassıada’da hayatını kaybeden Tarver’in ölüm nedeni kayıtlara “kalp krizi” olarak geçti. Ancak dönemin tanıkları, milletvekilinin gerçek ölüm nedeninin farklı olduğunu söylüyor. Anlatılanlara göre, Tarver bir askerin çelme takması sonucu düştükten sonra darp edildi ve hayatını kaybetti.
Demokrat Parti İstanbul Milletvekili ve Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi’nin eski başhekimlerinden ve Türkiye’nin ilk radyologlarından Zakar Tarver de 27 Mayıs’ın işkence sonucu ölen kurbanlarından biri oldu. Tarver 27 Mayıs’ta tutuklanmıştı. Yassıada’da hayatını kaybeden Tarver’in ölüm nedeni kayıtlara “kalp krizi” olarak geçti. Ancak dönemin tanıkları, milletvekilinin gerçek ölüm nedeninin farklı olduğunu söylüyor. Anlatılanlara göre, Tarver bir askerin çelme takması sonucu düştükten sonra darp edildi ve hayatını kaybetti.
Tarver’in
yaşadıkları 27 Mayıs’ın bilinmeyen hikâyeleri arasında yer alıyor. Bugüne dek
bu konu üzerine kayda değer ne bir haber ne de bir yazı yayımlandı. Tarver’in
hikâyesini merak edip araştırmaya başladığımızda, bu talihsiz ölümün izini
sürmenin çok da zor olmayacağını düşünüyorduk. Bu kadar değerli bir bilim
insanı ve dönemin önemli bir siyasi aktörü hakkındaki bilgilere kolaylıkla
ulaşabileceğimizi sanıyorduk. Ancak araştırmaya başlar başlamaz gördük ki
küçücük bir bilgi kırıntısına ulaşmak dahi bir hayli zor olacak. Türkçe
gazeteler de, Ermenice gazeteler de, Zaker Tarver’in ölüm haberini, Sıkıyönetim
Komutanlığı’nın yayımladığı açıklamayla vermiş ve ölümün kalp krizi sonucu
olduğunu yazmışlar. Tarver’in, binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen ve bir
tür darbe karşıtı sessiz gösteri olduğu anlatılan cenaze töreni, gazetelerde
haber dahi olmamış.
Zakar Tarver,
Balıklı Ermeni Mezarlığı’nda yatıyor. Bugün onun hikâyesini anlatabilecek pek
kimse kalmadı. 27 Mayıs darbesi üzerine yaptıkları çalışmalarla bilinen Emine
Gürsoy Naskali ve H. Emre Oktay, Yassıada’yı yaşamış olanlardan
dinlediklerinden yola çıkarak Tarver’in ölümünün askerlerin kendisine reva
gördüğü muameleyle ilgili olduğunu söylüyor. Emine Gürsoy Naskali, Yassıada
sanıklarından, Türkiye’nin üçüncü cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu. H. Emre
Oktay ise, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay’ın oğlu. Tarver
ailesinin üyelerini bulma çabamız ne yazık ki olumlu bir sonuç vermedi. Ailenin
yakınlarından birine ulaşabildik, ancak o da yaşadıklarını anlatmaktan çekindi
ve yalnızca, doktorun ölümüne kadar olan süreç hakkında kısa bilgiler verdi.
Tarver’in ölümü ve cenaze töreni hakkındaki sorularımızı ise, gözyaşları içinde
kaldığı için, yanıtsız bıraktı. Bu durum, 27 Mayıs sonrasında yaşanan korkunun,
Tarver ailesi ve genel olarak Türkiyeli Ermeniler üzerinde yarattığı travmanın
bir yansıması.
Dr. Zakar Tarver kimdir
Zakar Tarver’in
asıl adı Rupen Zakar Zakaryan’dı. Soyadı Kanunu çıktıktan sonra Zakar Tarver
adını aldı. 1894’te, o zamanlar yaklaşık 5 bin 500 kişilik bir Ermeni nüfusa
sahip olan Eğin’de (bugünkü Kemaliye) dünyaya geldi. Doğduğunda, annesi Yevkine
16 yaşındaydı. Babası Ohan Zakaryan, manifaturacılık yapıyordu. 1895’te,
Eğin’de Ermenilere yönelik saldırılar sırasında Zakaryan ailesinin evi ve
dükkânı yakıldı. Kendi memleketinde can güvenliği ve barınacak yeri kalmayan
aile İstanbul’a göç etti. Zakar Tarver Bey’in babası Ohan Zakaryan, manifatura
dükkânına gelip giden doktorlardan çok etkilendiği için “Oğlum okursa doktor
yapacağım” diyordu. Nitekim öyle oldu. İlkokulu İstanbul Makriköy’deki
(Bakırköy) Bezazyan’da, ortaokulu da Bahçecik Amerikan Koleji’nde okuyan Zakar
Tarver, 1917’de, o zamanlar Haydarpaşa’da bulunan İstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi Radyoloji Bölümü’nden başarıyla mezun oldu.
Zakar Zakaryan,
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Ordusu’nda subay olarak görev yaptı. O
dönemde Anadolu Ermenileri tehcir ve katliamlarla karşı karşıyaydı. Tarver’in
nerede görev yaptığını bilmiyoruz. Osmanlı ordusundaki pek çok Ermeni er, amele
taburlarında hayatını kaybetmişti. Ancak subay olanların hayatta kalma şansları
nispeten yüksekti. Tarver de onlardan biri oldu. Radyoloji alanında uzmanlaşmak
için Fransa’ya giden Zakar Zakaryan, 1919-1922 yılları arasında Maria Curie’nin
yanında asistanlık yaptı. Dönemin ünlü tıp profesörlerindan eğitim alan Zakar
Tarver, önemli sağlık kurumlarında çalıştı. İstanbul’a ilk röntgen cihazını o
getirdi. Bir süre Surp Pırgiç Hastanesi’nde radyolog olarak çalıştı.
Uluslararası Radyoloji Derneği üyesi olan, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve
Avrupa’da birçok konferansa katılan Tarver, Türkiye’de tıp biliminin gelişimine
önemli katkılarda bulundu. Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi’nde,1923-1925 ve
1927-1933 yılları arasında Radyoloji Kliniği Şefi; 1948-1955 yılları arasında
ise başhekim olarak görev yaptı. Hastanede pek çok yeniliğe imza atan Tarver,
bugün de devam eden Surp Pırgiç dergisinin yayımlanmasını sağladı.
‘R. Zakaryan’ ve
‘Z. Kar’ mahlaslarıyla Ermenice öyküler ve yazılar yazdı. Ermenice ve Türkçenin
yanında Fransızca, Almanca ve Rusça biliyordu. Hayatının büyük bir bölümünü
okumaya vakfeden doktorun, çok büyük bir kütüphanesi vardı. Doktor Tarver,
İkinci Dünya Savaşı yıllarında gayrimüslimlerin toplu halde askere alındığı
Yirmi Sınıf İhtiyat Askerliği kapsamında, 48 yaşındayken ikinci kez askere
gitmek zorunda kaldı; 1942-1943 yıllarında Sivas’ta yüzbaşı rütbesiyle yedek
subay olarak görev yaptı. Böylece, her iki dünya savaşı sırasında da askerlik
yapmış oldu. Tek parti iktidarı döneminde CHP’nin Varlık Vergisi ve Yirmi Sınıf
İhtiyat Askerlik gibi ayrımcı uygulamalarını bizzat yaşayan Tarver’in, çok
partili dönemde neden Demokrat Parti’de siyaset yapmayı tercih ettiği sorusunun
yanıtını da bu deneyimlerde aramak gerekir sanırız.
Siyasete ilk
olarak İstanbul Belediyesi’nde Meclis üyesi olarak girdi. İsmini vermek
istemeyen bir yakınının deyimiyle, “Günümüzde milletvekili olmak için paralar
saçılırken, o, çevresindekilerin yoğun ısrarları kıramayarak” aday oldu ve
1954’te milletvekili seçildi.
Milletvekili
Zakar Tarver, 27 Mayıs Darbesi’nde tutuklanarak, pek çok parti arkadaşı ve
bürokratla birlikte, camları gazete yapıştırılarak kapatılmış bir gemiyle
Yassıada’ya götürüldü. Kısa bir süre sonra da ölüm haberi geldi. Tarver’in
yakını, o günlerde yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “19 Eylül’de ailesine
haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Cenazesini Gülhane’deki Adli Tıbba
götürmüşler. O tarihte Adli Tıp Gülhane’deydi. Zakar Bey’in bütün vücudu
mosmordu. Belli ki çok dövmüşler. ‘Menderes’e bile neler yaptılar, kim bilir bu
gâvura neler yapmışlardır’ diye düşündük. Yaşlı olduğu için dayanamamış...
Zaten hassas bir insandı. Gazeteleri annesinden sakladık, oğlunun ölüm haberini
okumasın diye. ‘Asker gazeteleri yasakladı’ dedik. Sonra duyunca annesi
yıkıldı, çok acı çekti.”
ÜÇÜNCÜ CUMHURBAŞKANI CELAL
BAYAR’IN TORUNU PROF. EMİNE GÜRSOY NASKALİ DE, YASSIADA’DA YAŞANANLARI ŞU
SÖZLERLE ANLATIYOR:
“O yıl ben 10
yaşındaydım. İzmir’de annem, anneannem ve kız kardeşlerimle ev hapsindeydim.
Darbeden sonra, davalar başlayana kadar hiç kimseyle temasımız olamadı, o
sebeple Zakar Bey’in cenazesine katılamadım. Zakar Bey’in, Yassıada’ya
götürülürken gemiye bineceği veya gemiden ineceği sırada görevli subay
tarafından itilip düşürüldüğü, başını çarptığı ve darp edildiği anlatıldı.
Ölümüne bu hadise sebep olmuş. Beyin kanaması olmuş, revire kaldırılmış. Bu
olayı ben annemden dinledim. ‘Öyle olduğunu nasıl kanıtlarız, bunu anlatacak
şahidimiz var mı?’ diye sormuştum anneme. Zakar Bey’le birlikte Yassıada’ya
götürülenler hadiseyi o yıllarda bu şekilde anlatmışlar. Yani oradakilerin
hepsi şahit. Aynı grup içinde bulunanlar görmüşler ve hadiseyi böyle
anlatmışlar.”
TARVER’İN 6-7 EYLÜL OLAYLARINA
İLİŞKİN MECLİS KONUŞMASI
Dr. Zakar
Tarver’in 6-7 Eylül olayları sonrasında TBMM kürsüsünden yaptığı bir konuşma,
onun, Cumhuriyet’in azınlıklar için çizdiği ‘sadık gayrimüslim vatandaş’
portresinin tipik bir örneği olduğunu gösteriyor. Ancak, “Memleketimizde
yaşayan ufacık gayrimüslim azınlık mukadderatını bu memleketin mukadderatına
bağlamış, bu memleketin iyiliğine candan sevinen ve maazallah felaketine de
samimiyet üzülen insanlardan mürekkeptir” diyen Tarver’in bu duruşu bile, 27
Mayıs sonrasında Yassıada’da ‘Ermeni milletvekili’ olarak özel bir muameleye
tabi tutulmasına engel olamadı. Muhterem Arkadaşlarım, memleket büyük bir
felakete maruz kalmıştır. Bu vandalizmi işleyenler teşhis edilmiştir. Milli
hayatımıza kasteden kuvvetin başka kisvelere bürünerek caniyane tasavvurlarının
tahakkukuna uğraştığını görüyoruz. Binaenaleyh ilk vazifemiz bu kisveleri
ortadan kaldırmak olmalıdır. Bunlar nedir?
HENÜZ BAZI GERİ KAFALI
DİMAĞLARDA MEVCUT MÜSLİM-GAYRİMÜSLİM AYRILIĞI…
Bu felakete
maruz kalan azınlığa karşı Sayın Başvekilimizin sempatisine, şahsen şahidim.
Delillerini de verebilirim. Örfi idare ilan edilmiştir. Eminim ki bu
Vandalizm’i işleyenlere, vazifelerinde tekâsül gösterenlere kanun müstahak
oldukları cezayı verecektir ve mağdur olanlara, bilhassa küçük esnafa Devlet
her nevi yardımı yapacaktır. Ancak saltanat ve halifelik devirlerinden kalma
bir zihniyetin izleri mevcuttur. Bazı örümcek bağlamış kafalar, Türkiye
Cumhuriyetinin laik bir devlet olduğunu henüz anlamamış bulunuyorlar. Artık bu
memlekette dini faikıyetin değil ancak ve ancak istidat ve kabiliyet önünde
bütün kapıların açık olduğunu daha görememiş olanlar vardır.
Din bir vicdan
işidir (...) Türkiye’yi temsil eden bütün unsurlar şüphesiz ki, hepsi Türktür.
Aynı eşit muameleye tabidir (...) Memleketimizde yaşayan ufacık gayrimüslim
azınlık mukadderatını bu memleketin mukadderatına bağlamış, bu memleketin iyiliğine
candan sevinen ve maazallah felaketine de samimiyetle üzülen insanlardan
mürekkeptir. Asırlardan beridir Türkiye’de yaşayan Ermeni azınlığın ifa
edegeldikleri hizmetler cümlenin malumudur (...) Dosta ve düşmana karşı bizleri
utandıracak olan son Vandalizm’i gösterileri dolayısıyla azınlıkların bu samimi
duygularını bu kürsüden belirtme memleketin yüksek menfaatlerine uygun olacağı
kanaatindeyim. Allah bu memleketi korusun.
O dönem herkes
sinmiş vaziyette, herkes korkuyor, “Aman başıma bir şey gelmesin” diye. Bizim
akrabalarımız evimize gelmediler. Dayılar, halalar, teyzeler korkularından bize
selam bile vermediler. Çok korkunç bir ortamdı. Zakar Bey’den 11 gün sonra 30
Eylül’de babam Faruk Oktay öldü. Yassıada çok kötü olayların yaşandığı bir
cehennem. 27 Mayıs darbesi dendiği zaman herkesin aklına üç infaz gelir,
halbuki Yassıada’da on kişi öldü. Yassıada’nın bir komutanı var, Yarbay Tarık
Güryay. Nazi esir kampındaki gestapolardan farkı olmayan bir adam. Gazeteci
Turan Dilligil o zaman bir kitap yazmıştı Tarık Güryay hakkında, adı ‘Allahsız
Gardiyan’dı.
Emekli psikolog
H. Emre Oktay, 27 Mayıs darbesi öncesinde İstanbul Emniyet Müdürü olan Faruk
Oktay’ın oğlu. Darbe yapıldığında, Faruk Oktay, Demokrat Parti yanlısı olduğu
gerekçesiyle tutuklandı. Zakar Tarver’in ölümünden 11 gün sonra, 30 Eylül
1960’ta, Faruk Oktay’ın ölüm haberi ailesine ulaştırıldı. H. Emre Oktay o
sırada 12 yaşındaydı. Aile, darbenin yoğun baskı ortamında, bu acı olayın
yasını dahi gerektiği gibi tutamadı. H. Emre Oktay’la, babasının ölümünü,
ailesinin yaşadıklarını ve Zakar Tarver’i konuştuk. Onun yaşadıkları, Tarver
ailesinin anlatılamayan hikâyesi hakkında da bir fikir veriyor.
CHP DÖNEMİNDE GAYRİMÜSLİMLER
TEDİRGİNDİ
Demokrat Parti (DP)
1950’de iktidara geldi. DP’den önce Tek Parti dönemi vardı. Tek parti
döneminde, gayrimüslimler ve iktidar, yani İnönü’nün Cumhuriyet Halk Partisi
(CHP) arasında bir gerginlik vardı. Varlık Vergisi çok sıkıntılar yaratmıştı,
Yirmi Sınıf Askerlik vardı. Varlık Vergisi’ni veremeyenlerin borcuna önce faiz
yükleniyor, daha sonra bu kişiler Aşkale’ye, çalışma kampına gönderiliyordu. Bir
de Sirkeci’de çalışma kampı kurmuşlardı, oraya da gönderilenler oldu. Milli Şef
İnönü, Almanların uygulamalarına özenmişti. Gayrimüslimlere silahlı eğitim
yaptırmıyorlar, onları yol yapım işinde çalıştırıyorlardı. Demokrat Parti
iktidara gelince, gayrimüslimlerle CHP arasındaki gerginlik ortadan kalktı.
Meclis’te Musevi, Rum, Ermeni milletvekilleri görmeye başladık. Zakar Tarver de
bunlardan biriydi. 1950’de DP iktidara gelince azınlıklarla ilişkiler
normalleşti.
BABAMI ALMAYA TANKLA GELDİLER
27 Mayıs darbesi
yapıldığı zaman babam İstanbul Emniyet Müdürü’ydü. O dönem Nişantaşı Valikonağı
Caddesi’ndeki Hayat Apartmanı’nda oturuyorduk. Evin önüne, üzerinde bir top
olan tank ve tam teçhizatlı iki cemse (askeri kamyon) asker geldi. Cemsenin
projektörleri yandı, askerler evi çevirdiler. Evde ben, ağabeyim, annem ve
babam var. Ben 12 yaşındayım, ağabeyim 14 yaşında; yani öyle tankla, topla, iki
kamyon askerle gelmeyi gerektirecek bir durum yok. Sanki babamın milis
kuvvetleri varmış gibi geldiler. Birden böyle bir baskın olunca çok korktuk
tabii. Tankın topu evimizin camına çevrildi, o kadar çok askeri görünce şok
olduk. Eve iki asker geldi, “Beyefendiyi karargâha götüreceğiz” dediler. Babam
üzerini değişti, götürdüler.
İLAÇLARINI VERMEDİLER
Babamı Davutpaşa
Kışlası’na götürmüşler. Düzenli almak zorunda olduğu ilaçlar vardı. Tansiyon ve
kalp hastasıydı. İlaçlarını annem, ağabeyime verdi babama götürmesi için.
Ağabeyim kışladan döndü bembeyaz bir suratla. “Ne oldu?” diye sordu annem. Genç
bir subay eline vurmuş, ilaçları yere atmış, “Burası hastane mi? Defol git!”
demiş. Şimdi Balyoz’da, Ergenekon’da tutuklananlar GATA’ya gidiyorlar, çok iyi
şartlar altındalar. Ondan sonra babamı Yassıada’ya götürdüler. 500’den fazla
kişi götürülmüş adaya, ve Zakar Tarver, Başbakan Menderes, bakanlar, diğer
milletvekilleri, bürokratlar, inanılmaz kötü bir muameleye maruz kalmışlar.
HERKESİ SUSTURDULAR
İlk ölen,
İçişleri Bakanı Namık Gedik oldu. Darbeden üç gün sonra, henüz adaya
götürülmeden, Harp Okulu’nda öldü. “İntihar etti” dendi. 19 Eylül’de
Yassıada’dan haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Nasıl öldü peki? “Kalp
krizi”nden öldü dendi. Rapor falan yok tabii ortada. O döneme ait kayıt, evrak
yok. Olamaz da zaten, her şeyi toplayıp el koydular.
TEDBİRLER KANUNU VARDI.
TEDBİRLER KANUNU VARDI.
O dönem herkes
sinmiş vaziyette, herkes korkuyor, “Aman başıma birşey gelmesin” diye. Bizim
akrabalarımız evimize gelmediler. Dayılar, halalar, teyzeler korkularından bize
selam bile vermediler. Çok korkunç bir ortamdı. Zakar Bey’den 11 gün sonra 30
Eylül’de babam Faruk Oktay öldü. Yassıada çok kötü olayların yaşandığı bir
cehennem. 27 Mayıs darbesi dendiği zaman herkesin aklına üç infaz gelir,
halbuki Yassıada’da on kişi öldü. Yassıada’nın bir komutanı var, Yarbay Tarık
Güryay. Nazi esir kampındaki gestapolardan farkı olmayan bir adam. Gazeteci
Turan Dilligil o zaman bir kitap yazmıştı Tarık Güryay hakkında, adı ‘Allahsız
Gardiyan’dı.
KİM BİLİR NELER YAPTILAR?
İstanbul
Sıkıyönetim Komutanı darbecilerle birleşti. Ankara Sıkıyönetim Komutanı bunu
yapmayı reddedince canına okudular Yassıada’da. Daha sonra babamın yanında
kalan arkadaşlarından öğrendik, Yassıada’da Bizans döneminden kalma zindanlar
varmış, bu zindanları kullanmışlar. Biz 2009 yılında adaya gittik. Zindanlar
karşılıklı hücreler şeklinde, her hücre iki metreye iki metre genişliğinde.
Ayağa kalkamazsınız, yere oturamazsınız. Yerde çamur ve su var.Bu zindanda
babamı üç gün tutmuşlar. 16 Haziran 1960’ta Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu
Üyesi Lütfü Saylan öldü. Onun için de kalp krizi dediler. Kim bilir ne yaptılar
adama. Kimse bilmiyor ki o zaman adada ne olup bitttiğini... Adanın etrafı tel
örgülerle, askerle, gemilerle çevrili. O zaman hak arama diye bir şey yok. Biri
gidip “Ne oluyor?” falan dese onu da tutuklarlar.
İnsan haklarının
27 Mayıs’taki kadar yok sayıldığı bir dönem olmamıştır. 27 Mayıs bir afet.
Zaten bütün darbelerin temelinde o var. Çünkü 27 Mayıs çok kolay yapıldı ve yapanlar
ceza görmediler. Yüz buldular, sonra darbeler başladı.1961’de Askeri
Nizamname’yi kanuna çevirdiler, iç hizmet kanunu yaptılar. Nizamnamenin
“Askerin görevi Cumhuriyeti kollamak, korumaktır” şeklindeki 35. maddesini
kanunlaştırdılar ve buna dayanarak sürekli darbe yaptılar. 12 Mart, 12 Eylül,
28 Şubat ve 27 Nisan haricinde, 15’e yakın darbe teşebbüsü var.
50 KELİMELİK MEKTUPLAR
Tedbirler Kanunu
vardı. 27 Mayıs aleyhinde imada bile bulunsanız, DP’yi övseniz beş yıl hapis
cezası alıyordunuz. Herkesi susturmayı başardılar. O dönem darbeciler aleyhinde
biri bir haber yapsa öldürürlerdi hemen. Alır götürürlerdi, bir daha da haber
alamazdınız. Çok zalimdiler. Askere göre Demokrat Partili olmak demek vatan
haini olmak demekti. Biz evimizdeki fotoğrafları bile yırttık. Sürekli baskın
yaptılar. Celal Bayar’ın bile birçok evrakı kayboldu o dönem. Yassıada’ya
yazılan mektuplar en fazla 50 kelimelik olabiliyordu, daha fazlasına izin
yoktu. “Nasılsın, iyi misin, kazağa ihtiyacın var mı?” sadece bu kadar
yazabiliyorduk.
CENAZEYİ VERİRKEN DALGA
GEÇTİLER
Babam
tutuklandıktan dört ay sonra, 30 Eylül’de bir telefon geldi, annem açtı.
“Kocanız öldü, cesedini Kasımpaşa Deniz Hastanesi morguna gönderdik, oradan
alın” demişler. Bu kadar! Ne oldu, nasıl öldü, bir bilgi veren, açıklama yapan
yok. Ağabeyim cenazeyi almak için hastaneye gitti. Hastanede iki subay gelmiş
yanına, ilgili bir şekilde yaklaşmışlar. Ağabeyim “Faruk Oktay’ın cenazesini
alacağım” demiş. “Hangi Faruk?” diye sormuş subaylar. Faruk adında bir subay
ölmüş o günlerde, o zannediyorlar. Yassıada’da ölen Faruk Oktay olduğunu
öğrenince dalga geçerek gidiyorlar. Cenazeyi ağabeyime iki er teslim ediyor.
Babamın göğsünde
kocaman bir yara varmış. Yassıada’da kalan İstanbul Eski Valisi Ethem Yetkiner,
“Hamama gittik, Faruk Oktay’ın vücudundaki yaraları görünce şaşkına döndük”
diyor. Dövmüşler babamı. O dönem 28 Nisan olayları vardı. Öğrencileri sokağa
döktüler. Öğrenciler her yana saldırdı. Sonra yüzlerce öğrenci öldü diye
dedikodular çıkardılar. Güya öğrencilerin ölülerini kuyulara atmışlar, Et ve
Balık Kurumu’nun buzluklarına atmışlar, kıyma makinalarından geçirip Konya
asfaltının altına saklamışlar! Buna çocuklar bile güler fakat o zaman aydın
geçinen insanlar inanıyorlardı.
SAHTE HÜRRİYET ŞEHİTLERİ
Babama adadaki sorgusunda
“Ölüler nerde?” diye soruyorlar. Babam da “Hangi ölüler?” diyor. 28 Nisan’da
Beyazıt’ta çıkan olaylarda sadece iki kişi ölmüş. Biri, tank üstünde slogan
atan Nedim Özpolat; tank hareket edince, tankın altında kalarak ölüyor. Diğeri
de Turan Emeksiz; nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla hayatını
kaybediyor. Kurşun sekmiş, belli, çünkü Emeksiz’in vücudundan çıkan kurşun
eğri. Yani kaza sonucu ölmüş. Sonra adını bir vapura verdiler Emeksiz’in.
Babama diyorlar
ki, “Celal Bayar, Adnan Menderes sana ateş et emri verdi, öğrenciler öldü.
Nerede ölüleri?” Babam, “Nerede bu öğrencilerin aileleri? Ölü falan yok. Bize
kimse ateş emri vermedi, biz de ateş etmedik” diye cevap veriyor. Darbeden
sonra ‘hürriyet şehidi’ diye beş kişiye daha merasim yaptılar. Onlar kim
biliyor musunuz? Biri, darbeci subaylardan, Radyoevi’nin önünde, darbe
yapılırken ölen İhsan Kalmaz. Onun adını da bir vapura verdiler. Bir başka
‘hürriyet şehidi’ de yanına çocuğunu almış, darbe oldu diye sevinirken askerler
ateş ediyor, çocuğu ölüyor. Demokrat Partililer öldürmüş gibi tören yapıyorlar.
Babama yöneltilen suçlama bu. “Söyle, ölüler nerde?” diyerek dövüyorlar babamı.
Zaten ilaçlarını da vermemişlerdi. Babamı kaybetmemiz böyle oldu.
AĞABEYİM ÜZÜNTÜDEN VEREM OLDU
Babam öldükten
sonra annem hayata küstü, hep yas tuttu. Sadece bizim için, çocukları için
yaşadı. Ağabeyim Ömer, üzüntüden verem oldu. Bir gün bembeyaz oldu, baktık kan
kusuyor. Ertesi gün doktora gittik, üçüncü dereceden verem olmuş. Bir sene
yatmak zorunda kaldı. Annem çok ilgilendi, o kurtardı ağabeyimin hayatını. Ben
psikolojik travma geçirdim. Yan binadaki CHP’liler babam hapiste diye alay
ettiler benimle. Ben de çocuğum, susmadım; ‘Babamın bir suçu yok’ deyince beni
dövdüler. (EE) - ((Bu yazı ve söyleşi Agos'un 10 Haziran 2011 tarihli sayısında
yayımlanmıştır.))
***
NOT:1,
27 Mayıs 1960 "Hürriyet
ve Anayasa Bayramı" Utancı, Aleni Düşmanlık, Kirli Tahrik “Hakkaniyet,
Adalet, Hukuk ve Demokrasiye Karşı İşlenmiş ve Fakat Hesabı Sorulmamış Ağır Bir
İnsanlık Suçu’nun Tarihi Yüzkarası"; 12 Eylül, Milli Direnişi ve Meşru
Refleksi; Hukuki Müdahalesi Tarafından "Şerefle, Tam Bir Onur ve
Sorumlulukla" Kaldırıldı
NOT:2,
Yaman bir
çelişki, müthiş bir ironi! Bütün 27 Mayıs'çılar 12 Eylül karşıtı. Çünkü 27
Mayıs bedhahların kalkışması; 12 Eylül ise, hukuki ve ahlâki emir-kademe
zincirine uygun olarak yapılan vatana ihanet, terör ve tedhişe karşı milli refleks,
yasal direniş ve meşru müdahaledir.
NOT:3,
Yaşayan Demokrat Partililerin yıllardır sürdürdüğü “27 Mayıs
kalkışma, dış güdümlü başkaldırı ve isyan hareketi; Hak, Adalet ve Hukuk dışı (gayrimeşru) tasallut ve cinayet cuntası Yargılansın” ve “Türkiye
Cumhuriyeti bir öz eleştiri; Bütün hükümetleri sorgulama; hesaplaşma ve yüzleşme Kurultayı
yapsın” istemi hiçbir iktidar tarafından önemsenmemiş ve ciddiye alınmamıştır.
Oysa bu, tarihi, hayati ve zorunlu bir gerekliliktir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder