9 Kasım 2017 Perşembe

EĞER sahada aktif, etkili, belirleyici ve güçlü bir GÖLGE KABİNE yoksa, muhalefet YOK demektir. Dolayısıyla GÖLGE KABİNE kurmaya muvaffak ve muktedir olamayan PARTİ teşekkülleri aciz, siyaset simsarı, misyon taciri; Fiilen ve siyaseten tefessüh etmiş olmakla "YOK" hükmünde sayılır.

ÜNİTER DEVLET SİSTEMİNDE GERÇEK MUHALEFET VE “GÖLGE KABİNE” UYGULAMASI

ZAFER ÖZDEMİR (11 Aralık 2013)
İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset ve Uluslararası İlişkiler
Demokratik yönetim sistemlerinde, seçimler sonucunda en yüksek oyu alan parti veya partiler hükümeti kurarak iktidar olurlar. İktidara göre daha az oy olan parti veya partilerde muhalefet kurumunu oluştururlar. Yine parlamenter sistemlerde yasamanın dolayısıyla, muhalefetin hükümeti denetlemesi anayasal bir haktır. Ancak etkin bir muhalefetin ölçütü yalnız anayasal hakkı kullanarak siyasi arenada yer almak değildir.
Çünkü muhalefet yapılırken tek başına kullanılan anayasal hak iktidarın alternatifi olmak ve bir sonraki seçimleri kazanmak için yeterli değildir. İşte çalışma tam bu noktada önem kazanmaktadır. Çalışma iktidarın alternatifi olabilmek ve sıradaki seçimleri kazanabilmek için klasik muhalefet anlayışından sıyrılarak “Gölge Kabine” uygulamalarının önemini analiz etmektedir.
Sonuç olarak çalışmanın etkin muhalefet olabilmenin ölçütü olarak “Gölge Kabine” anlayışının muhalefetin takip etmesi gereken yöntemlere katkı sunabileceği düşünülmüştür. Çalışma bu bağlamda muhalefetin tanımını, çeşitlerini, Gölge Kabinenin önemini, görevlerini ve Türkiye ile İngiltere üzerindeki yansımalarını irdelemektedir.
MUHALEFETİN TANIMI VE MUHALEFET ÇEŞİTLERİ
Muhalefet kelime kökü olarak bir tutuma, bir görüşe, bir davranışa karşı olma durumu, aykırılık anlamlarını taşımaktadır. Arapça menşeli bir terimdir. Kavramı biraz daha açtığımızda karşı görüşte, tutumda olan kimseler topluluğu ve demokraside iktidarın dışında olan parti veya partiler tümceleriyle karşılaşıyoruz. (Tdk güncel Türkçe sözlük)
Bu tanımlamalar ışığında siyasal muhalefet kavramına bakacak olursak; Durç tarafından şöyle tanımlanmıştır.  “ Muhalefet; karşısındaki kuruma, yapıya mekanik olarak sahip çıkarak uygulama biçim ve düşüncelerine tepki göstermektir. “ (Durç, 2010, s.63). İktidarın halk merkezli bir kaynak olduğunu söyleyen Durç bu nedenle devleti yönetmeye talip olan iktidar partilerinin de muhalefet partilerinin de kaynakları aynıdır. O halde “devlet gemisini yürütenler, karşılarında kendi hareketlerini tenkit eden, kendi felsefesini beğenmeyen ve kendilerinin yerine iktidara geçtikleri takdirde daha isabetli bir program tatbik edeceklerini ileri süren siyasi teşekküllere hürmet etmelidirler.” (Durç, 2010, s.63).
Durç’un son tanımında muhalefetin yapıcı tarafı karşımıza çıkmaktadır. Muhalefet bu yapıcı politikalarla bir taraftan iktidarı ikaz edecek, diğer taraftan ise; iktidara oy vermiş seçmenlerin oylarına talip olduğunu ifade edecektir. Bu bağlamda toplumsal sorunlara alternatif çözümler geliştirerek iktidara hazır olduğunu gösterecektir. (Arslan, 2009.). Ancak demokrasinin sözde değil özde benimsenmiş bir yönetim biçimi olduğunu ortaya koymak demokratik cumhuriyetlerde oldukça önemlidir. Bu elzem durumu İpek şöyle ifade ediyor. “Bütün yönetimlerde iktidar oluyor ama, muhalefet sadece demokrasilerde bulunmaktadır. Muhalefeti çok iyi koruyup kollamamız lazım” (İpek, 2011). Ülke vatandaşlarının çoğulcu özgür iradeleri ile katılımcı olarak yönetim ve denetim süreçlerinde tam manada temsil edilebilmelerinin göstergesi güçlü bir muhalefet makamından geçmektedir. Turgut “Siyasal muhalefet demokrasinin onsuz olmaz unsurudur.” Söyleminde bu yapısal durumun altını çizmektedir. (Turgut, 2011).
Bu açıklamalar ışığında muhalefet çeşitlerini irdelemeye çalışalım. Bu denetleme politikalarını şöyle sıralayabiliriz; a-) Katı Rekabetçi Muhalefet, b-) İşbirliğine Dayalı Muhalefet ve c-) Rekabetçi ve İşbirliğine Dayalı Muhalefet.
A. KATI REKABETÇİ MUHALEFET
Katı rekabetçi politikaların temeli, hükümete ve iktidar partisine kesin tavır takınmak anlamında tutum ve davranışlara dayanmaktadır. Bu politikaların uygulamasında siyasi yönetim sistemi benimsenmektedir. Politikaların genel çizgisi hükümete her hangi bir konuda düzeltme yapma güdüsünü ortaya koymadan yürütülmektedir. Bir sonraki seçimi kazanabilmenin hırsıyla gerek mecliste gerekse de meclis dışında iktidar ile mücadele etmek ana politika olarak kabul edilmektedir. (Arslan, 2009).
Yapıcı politikalardan uzak olan katı rekabetçi muhalefet anlayışı aynı zamanda meclisin etkinliğinin ve aktif çalışmasının önüne geçmektedir. Meclisin sadece kürsüden seçmenlere seslenilen ve alternatif politikalar geliştirmeden karşıt durumların dile getirildiği bir çatı olarak ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir.
Yapısal nitelikte hedefi bulunmayan muhalefet partisinin bütün mücadelesi iktidarı ele geçirmeye yöneliktir. Bu mücadele kapsamında muhalefet partisinin belirgin bir politikayı gerçekleştirme arzusu yoksa, bu minvalde iktidarın politikasını değiştirmede söz konusu olmayacağından iktidara karşı yalnızca muhalefet etmek için muhalefet yapmış olur. (Kirman, 2006). Katı rekabetçi muhalefet politikalarının sonucunda muhalefet partisi anayasanın kendisine vermiş olduğu hükümeti kontrol etme görevini de tam olarak yerine getiremeyecektir. Muhalefetin bu ihmali iktidarın denetlenmesini ve ülkenin daha iyi yönetilmesini de engellenmiş olacaktır. (Arslan, 2009).
B. İŞBİRLİĞİNE DAYALI MUHALEFET
İşbirliğine dayalı muhalefet anlayışı, katı rekabetçi muhalefet politikalarının tam aksine bir sonraki seçimi kazanmaya odaklanmak yerine, tamamen kendi parti politikaları doğrultusunda, iktidarı etkileme ve yönlendirmeye yönelik yürütülmektedir. Bu politikaların amacı hükümeti meclis çalışma alt komisyonlarında ikna ederek uzlaşmaya zorlamak ve parti programlarının bir kısmını iktidara kabul ettirerek uygulanmasını sağlamaktır. (Arslan, 2009).
Ayrıca bu uygulamanın iktidar ile muhalefet arasında karşılıklı rol çalma sahnelerini doğurması sebebiyle, demokratik yönetim sistemlerinde seçmen tarafından muhalefetin var olma sebebinin sorgulanmasına sebebiyet vermektedir. Uygulamanın bir başka etkisi ise; seçmenler nezdinde iktidar politikalarının doğru olduğu izlenimini doğurmasıdır. Bu izlenim neticesinde seçmenlerin bir sonraki seçimlerde alternatifsiz bir ortamda tekrar iktidar partisine doğru yönlenmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Yine işbirliğine dayalı muhalefet anlayışında da katı rekabetçi muhalefet politikalarında olduğu gibi muhalefet anayasal hakkını sınırlı oranda gerçekleştirmiş olacaktır. (Arslan, 2009).
C. REKABET VE İŞBİRLİĞİNE DAYALI MUHALEFET
Diğer iki muhalefet anlayışının karma bir şekilde yer aldığı rekabetçi ve işbirliğine dayalı muhalefet politikaları mevcut siyasal rejimde ve sosyo-ekonomik düzende ister radikal olsun ya da olmasın sonuç itibariyle bir değişikliği amaç edinen muhalefet tarzıdır. Batı demokrasilerinde, içinde bulunulan mevcut düzeni kabul edip, kısmi reformlar aracılığıyla yurttaşların yaşam düzeylerinin yükseltilmesini savunan sosyal demokrat partiler bu muhalefet anlayışını benimsemektedirler. (Kirman, 2006).
Bu karma politikalarda diğer iki anlayışta vurgulanan muhalefetin bir sonraki seçimlerde iddialı olabilmesi için yapılan uygulamaların tam tersine orta bir yol izleyerek seçmenlerin nezdinde onların güvenini kazanarak ikna etmesi gerekmektedir. Yine muhalefet bu orta yolu izlerken bir yandan iktidarı yapıcı politikalarla uyaracak, diğer taraftan ise; ülke sorunlarına alternatif çözümler üreterek iktidara hazır olduğunu gösterecektir. Bu noktada diğer iki anlayışta sınırlı oranda gerçekleştirilen anayasal hak bu karma modelde daha ikna edici bir şekilde yerine getirilmiş olacaktır. (Arslan, 2009).
Bu rekabetçi ve işbirliğine dayalı muhalefet anlayışı sonucunda artık muhalefet seçmen nezdinde izlenen ve hayata geçirmek istediği bu karma politikaları hangi kadrolarla gerçekleştireceği takip edilen bir  parti konumunda olacaktır. İşte bu kapsamda muhalefetin, çalışmamızın ana omurgasını oluşturan Gölge Kabine uygulamasını başlatması gerekmektedir.
ETKİN BİR MUHALEFET OLABİLMENİN ÖLÇÜTÜ; 
GÖLGE KABİNE
Gölge Kabine, parlamenter yönetim sistemlerinde seçimlerde oy kaybına uğrayarak muhalefet konumuna düşen partilerin, anayasal görevleri olan hükümeti denetlemek için başvurdukları yöntemlerden biridir.
Gölge Kabine uygulaması özellikle demokrasinin beşiği sayılan İngiltere’de bir gelenek haline gelmiştir. (Kayalar, 2002). Kayalar Gölge Kabinenin tanımını şöyle yapmaktadır. “Bazı Batılı ülkelerin siyasi hayatında, iktidara en yakın talip olan kuvvetli bir muhalefet partisi, hükümeti daha iyi ve ayrıntılı denetleyebilmek amacıyla kendi içinde bir nevi hükümet gibi her bakanlığın işlerini yakından izleyen elemanlardan oluşan bir çalışma grubu kurar ki buna genellikle “Gölge Kabine” denir. Böylece, bir yandan muhalefet denetimi yapılırken, bir yandan da iktidara gelinmesi halinde lazım olacak hükümet elemanları hazırlanmış olur.” (Kayalar, 2002).
İngiltere’de parti sistemi iki partiden oluşur. Çoğunluğu kazanan parti hükümeti kurar, akabinde diğer parti veya partiler muhalefeti oluşturur. Muhalefetin elinde iktidar partisinin hazırlamış olduğu hükümet programına karşılık hazırlanmış bir program bulunmaktadır. Muhalefet iktidarın politikalarına alternatif olarak hazırlamış olduğu bu program sayesinde hiçbir zaman zayıflamaz ve “Majestelerinin Muhalefeti” ismini alır. Bu vasfından dolayı muhalefet partisi başkanı ayrı bir maaş alır ve kurmuş olduğu gölge kabineye başkanlık eder. (Mutlu, 2005).
Kayaların gölge kabine tanımının bir başka yönü iktidara hazırlıktır. Diğer bir deyişle muhalefet konumundayken gölge kabine üyesi olanlar, iktidar olunması halinde bakanlıklara atanırlar. Bu tezin bir örneği; 1995 yılında İngiltere’de Tony Blair!in muhalefet lideri iken oluşturduğu gölge kabinenin, bazı üyelerinin 1997 yılında iktidara gelince hükümet kabinesinde yer alması şeklinde görülmüştür. Uygulamaya ilişkin örnek Tablo 1’de verilmiştir. (Kayalar, 2002).
TABLO: 1
İngiltere’de 1995 Yılındaki Gölge Kabine Üyeleri ve 1997 Yılındaki Bakanlar
Görevi
1995 Yılındaki Gölge Kabine
1997 Yılındaki Hükümet Kabinesi
Başbakan
Tony Blair
Tony Blair
Başbakan Yrd.
David Blunkett
David Blunkett
Sağlık
Harriet Harman
Alain Milburn
Dış İşleri
Robin Cook
Robin Cook
Lordlar Kamarası
Lord Irvine
Lord Irvine
Sosyal Güvenlik
Chris Smith
Aliester Darling
Hazine
Andrew Smith
Andrew Smith
Savunma
Paul Murphy
Geof Hoon
Galler
Ron Davies
Paul Murphy
Gölge kabinenin dolayısıyla muhalefetin öncelikli görevleri şöyle sıralanabilir; a-) hükümeti kontrol etmek, b-) hükümeti yönlendirmeye çalışmak, c-) geniş toplum kesimleriyle ilişkileri geliştirmek, d-) edinilen deneyimlerle parti programındaki eksiklikleri gidermek, e-) seçimleri kazanma olasılığı durumunda hükümeti her an üstlenmeye hazır halde beklemek. (Arslan, 2009).  Şimdi de bu görevleri sırasıyla analiz etmeye çalışalım.
1. HÜKÜMETİ DENETLEMEK
Muhalefet bir taraftan hükümetin siyasi icraatlarını gölge kabine uygulaması ile takip ederken, diğer yandan iktidarın yasama ve yürütme üzerinde baskın olması sebebiyle elinde toplanmış olan siyasal gücü otoriter bir sistem lehine kötüye kullanmaması için teyakkuz halinde olması gerekmektedir. Bu sebeple muhalefet önemli bir denetim ve frenleme işlevine sahiptir. (Yıldız, 2013).
Yürütme organı, hiyerarşik otorite bakımından kamu yönetiminin tepesinde yer alması nedeniyle, denetim mekanizmasının işlemesi bakımından en uygun konumdadır. (Eryılmaz, 2012). Muhalefet hükümeti denetleme görevini anayasa gereği; yazılı ve sözlü soru önergeleriyle, meclis araştırması, genel görüşme, gensoru ve meclis soruşturması yollarıyla gerçekleştirebilmektedir. (Eryılmaz, 2010). Bunlara ilave olarak yasama organının dolayısıyla muhalefet kurumunun bir diğer denetim aracı ulusal bütçelerin yapılması ve onaylanması sırasındaki yasama faaliyetleridir.
Muhalefet bu denetim araçlarından derlediği bilgileri gölge kabinesine bağlı çeşitli çalışma alt gruplarına sevk ederek analiz etmeli ve bu bilgiler kapsamında iktidarın hükümet programına karşılık alternatif politikalar belirleyebilmelidir. Hazırlanan raporlar parti teşkilatlarıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Daha sonra bu kesimlerin geri dönüşleri dikkate alınarak raporlara nihai halleri verilmelidir. Muhalefet bu raporları zamanı geldiğinde, meclisteki platformlarda dile getirerek yazılı ve görsel medyada paylaşmış olacaktır. Bu paylaşım sonucunda hükümet üzerinden kamuoyu baskısı oluşturabilecektir. Kurulan kamuoyu baskısı sayesinde hükümet kanun taslaklarını farklı bir şekilde hazırlamayı düşünmüş olsa bile yeniden şekillendirmeye zorlanmış olacaktır. (Arslan, 2009).
2. HÜKÜMETİ YÖNLENDİRMEYE ÇALIŞMAK
Muhalefet sahip olduğu oy tabanına ait seçmenlerinin ve kendisini iktidara taşıyacak olan oy alamadığı diğer yurttaşların, çıkarlarını, taleplerini yerine getirip onların haklarını savunabilmek için imkanlar ölçüsünde ve alternatif politikaları doğrultusunda hükümeti etkilemeye ve yönlendirmeye çalışmalıdır.
Muhalefet bu etkileme ve yönlendirme çalışmalarını yürütürken, inandırıcı olmalı ve argümanlarını hukuki zeminlere oturtmalıdır. Kullanacağı üslupta popülist yaklaşımlardan kaçınarak, ikna edici bir iletişimi benimsemelidir. Bu çerçevede meclis kürsüsünden yönelteceği eleştirileri, seçmenleri başta olmak üzere, STK ve diğer toplum kesimlerinin düşüncelerine tercüman olmalıdır. (Arslan, 2009).
Tabiî ki bu üslup uzun soluklu ve özveri gerektirecek çalışmalar gerektirmektedir. Zira bu tarz bir çalışmayı ancak profesyonel çalışan bir gölge kabine gerçekleştirebilir. Yürütülen bu tarz muhalefet anlayışı seçmenlerin beğeni ve takdirini kazanmış olacağından seçmene yatırım yapılmış olmaktadır. (Arslan, 2009)
3. GENİŞ TOPLUM KESİMLERİYLE İLİŞKİLERİ GELİŞTİRMEK
Muhalefet iktidarın alternatifi pozisyonuna konumlanabilmek için; yürümüş olduğu yeniden yapılanma yolunda, think – tang kuruluşlarından, ticari kuruluşlara, dini örgütlenmelerden, eğitim ve kültürel çalışmalara kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarıyla sağlıklı bir iletişim ağı oluşturarak farklı seçmen kitlelerine ulaşabilmelidir.
Bahsi geçen çalışmaların amacı, muhatap olunan kesimler ile parti arasındaki ilişkileri geliştirmek ve güvenlerini kazanabilmektir. Dolayısıyla bu bağlamda geniş toplum kesimlerinin desteğinin sağlanması durumunda, tarafların hükümet üzerinde baskı oluşturması ve muhalefet ile ortak hareket etmesi sağlanabilecektir. Böylece muhalefetin katılımcı demokrasiye olan katkısı kaçınılmaz olacaktır. (Arslan, 2009)
Ancak muhalefet bu kesimlerle çalışmalarını yürütürken ön yargılardan uzak bir şekilde, örgütlerin hedef kitlelerinin hassasiyetlerini dikkate almak suretiyle iletişimine devam etmelidir. Çünkü bu kurum ve kuruluşların var olma sebebi hedef kitlelerinin menfaat ve çıkarlarını koruyup gözetebildiği ölçüde anlam kazanmaktadır.
Muhalefet bu süreçte hassas bir yaklaşımı benimseyerek, mensuplarının kazanımları için hükümetin yanında yer alıp, ortak çalışmalar yapmak zorunda kalan, hatta bu sebeple muhalefetten uzak durmak zorunda kalan bu kesimlerin içinde bulundukları durumu yadırgamamalıdır.  Kısacası bu kesimlerin hükümete yakın duruşları doğal kabul edilmeli ve bu koşullar dikkate alınarak bu kesimlerle ilişkiler geliştirilmelidir. (Arslan, 2009).
4. HÜKÜMETİ ÜSTLENMEYİ HAZIR BEKLEMEK
Demokratik yönetim sistemlerinde, yapılan seçimlerin ardından meclis aritmetiğinde en çok sandalyeye sahip parti veya partilere seçmenler tarafından hükümeti kurma yani ülkeyi yönetme görevi verildiği kabul edilir. Buna nazaran iktidardan daha az bir oranda sandalyeye sahip olan muhalefet partisine ise; iktidar nezdinde yürütmeyi denetleme görevi verilir. Ancak muhalefet partisi mecliste bulunma sebebini yalnızca anayasal bir hak olan denetleme görevine indirgememelidir.
Muhalefet partisinin iktidarın icraatlarına karşı alternatif politikalar üretip her şartta hükümet olabilme sorumluluğuna sahip bir konumda hazır olarak beklemesi ülkenin siyasi belirsizliklere sürüklenmemesi açısından önem arz etmektedir. Arslan muhalefetin hazırlıklı beklemesinin şu nedenlerden dolayı önem arz ettiğini belirtmektedir. (Arslan, 2009).
“Hükümetin herhangi bir nedenden dolayı istifa etmesi veya meclisteki çoğunluğunu yitirmesi durumunda ülkede siyasi krizin yaşanmaması için muhalefetin hükümet boşluğunu hemen doldurur durumda beklemesi önem taşımaktadır. Bu nedenle muhalefetin hükümeti üstlenebilecek kadro ve programı ile hazır beklemesi gerekmektedir. Muhalefetin hükümeti üstlenebilecek konumda olması vatandaşlara güven verebilecek ve ülkede siyasi belirsizlik yaşanmayacaktır. “
“Muhalefetin hükümeti üstlenebilecek olması ekonomide psikolojik güven sağlayacaktır. Psikolojik güven ekonomik aktörler açısından önem taşımaktadır. Çünkü siyasi belirsizlikler yatırımları olumsuz etkileyebilmekte ve ülke ekonomik kayıp yaşayabilmektedir. Psikolojik güven ayrıca yabancı yatırımcıları da olumlu etkileyebilmekte ve ülke yabancı ülkeler nezdinde siyasi istikrar sunabilen bir görünüm sergileyebilmektedir. “
“Muhalefetin hükümeti üstlenmeye hazır konumda beklemesi vatandaşların siyasi yönetim sistemlerine olan güvenini de arttıracaktır. Hükümetin krize girmesi durumunda muhalefetin iktidarı sorunsuz bir şekilde üstleniyor olabilmesi vatandaşları karamsarlıktan uzak tutacaktır. Muhalefetin Gölge Kabinesini oluşturup etkin ve yapıcı çalışmalar yapması vatandaşları siyasi istikrar konusunda endişelendirmekten uzak tutacaktır."- “Böylece muhalefetin anayasal görevleri olan hükümeti kontrol etmenin yanında, siyasi belirsizlikleri ve siyasi rejim krizlerini önlemek için hükümeti üstlenebilecek konumda hazır beklemesi yerinde olacaktır.”
Çalışmanın bu aşamasında etkin bir muhalefet anlayışına sahip olabilmenin en önemli etmenlerinden biri olan “Gölge Kabine” uygulamalarının Türkiye üzerindeki yansımalarına değinmek istiyorum.
Gölge Kabine uygulamasının Türkiye’de batıya nazaran çok eski bir siyasi geçmişinin olmadığını Örmeci’ nin “Sosyal Demokrasi” adlı çalışmasına baktığımızda görebiliyoruz.
1989 genel yerel seçimlerinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) önemli bir zafere imza atarak, seçimlerden yüzde 28,7 oyla birinci parti olarak çıkmıştır. Ancak bir süre sonra SHP’li belediye başkanlarının isimleri birbiri ardına gelen skandallara karışacaktır. Bu durum bırakın partinin oyunu arttırmayı, partinin isminin ciddi bir şekilde lekeleyecektir. Akabinde 1990 yılında yeni oluşturulan belediyeler için yapılan ek seçimlerde SHP oyu yüzde 12’ ye iniyor fakat beklenmedik bir şekilde Demokratik Sol Parti (DSP) yüzde 31,2 oy almayı başarıyordu. İşte SHP Türk siyasetinde yaşanan bu gelişmeler üzerine muhalefet partisi olarak Anavatan Partisi (ANAP) iktidarına karşı Türkiye’de daha önce uygulanmamış olan çağdaş bir çalışmayı gündeme getiriyor ve parti içerisinde “gölge kabine” kuruluyordu. Kurulan gölge kabine vasıtasıyla partinin muhalefet etkinliklerine ciddi bir boyut getiriliyordu. Türkiye’nin kurulan bu ilk gölge kabinesinde; İstemihan Talay, Hikmet Çetin, İsmail Cem, Fikri Sağlar gibi tanınmış sosyal demokratlar yer alıyordu. Yürütülen gölge kabine çalışmaları tüm iyi niyetine karşın, medyatik olmaktan öte geçemeyip her hangi bir işlev yapamamıştır. Kısa bir süre sonra çalışmanın durdurulmasıyla Türkiye’nin ilk gölge kabinesi dağılma sürecine girmiştir. (Örmeci, 2010).
Türkiye’de 1990 yılında denenip ancak akıbeti kısa süren gölge kabine anlayışını Gürseler “Eksiksiz Demokrasi İçin Öneriler” adını verdiği makalesinde biraz daha ileri boyuta taşıyarak yalnız muhalefet partisinin değil iktidarında gölge kabinesi olması gerektiğini söylüyor. Bir oluşumun gerçek manada siyasi parti olup olmadığını gösterme açısından gölge kabine uygulaması büyük önem arz etmektedir. Gölge kabinesi olmayan muhalefet partisi olur mu; Türkiye’de oluyor. Aslında gölge kabine uygulamasını muhalefet partisi ile sınırlamamak gerekir. Çünkü siyasi konjonktürde kimin ne zaman iktidar, kimin ne zaman muhalefet olacağı belli değildir. Bu noktada iktidardaki siyasi parti dahil bütün partilerin gölge kabinesi olması gerekir. (Gürseler, 2011). 
Gölge kabine uygulaması partilerin olası bir iktidara gelme durumunda hazırlıklı olması noktasında büyük faydalar sağlıyor. Uygulama sayesinde partiler hangi bakanlığa hangi parlamenteri atasam telaşına kapılmıyor. Gölge kabine anlayışında, bakan olarak atandığı alanda daha önce hiç çalışmamış ve projeler geliştirmemiş olan deneyimsiz, liyakat sahibi olmayan siyasilerin bakan olmasının önüne geçilmiş oluyor. Uygulamanın batıya dönük yüzüne baktığımızda 2010 yılında İngiltere’de muhalefetteki partinin gölge içişleri bakanı adının bir eşcinsel skandala karışması üzerine gölge kabinedeki görevinden istifa ettiğini görüyoruz. Kısacası gölge bakanlık batıda istifa edilebilecek derecede bir makam olarak muamele görmektedir. Burada atlanılmaması gereken, işlevli bir gölge kabine hedefleniyorsa bu gölge kabinenin sadece bakanlarla sınırlı kalmaması gerekir. Gölge kabine her şeyden önce partinin kurumsallaşmasına hizmet etmektedir. Öncelikle partinin kendi bünyesinde bütün bakanlıkların ilgili birimlerini kurması, sonrasında ise; kadrolu maaşlı çalışanlarıyla birlikte politikalar üretmesi gerekmektedir. Böylelikle parlamenterler uzmanı oldukları veya olmaya çalıştıkları gölge bakanlığa atanacak ve iktidar olduklarında ülke meselelerine karşı büyük oranda tecrübe sahibi olacaklardır. (Gürseler, 2011).
SONUÇ
Etkin bir muhalefet olabilmenin ölçütü “Gölge Kabine” uygulaması anlatılırken tanımlayıcı bir yöntem kullanılmıştır. Bu noktada öncelikle kavramlar tanımlanarak sonrasında muhalefet çeşitlerinin neler olduğu belirtilmiştir. Daha sonra sağlıklı bir muhalefetin profesyonel çalışılabilecek ekiplerle mümkün olabileceği anlayışı öne çıkartılmıştır. Çalışmanın ilerleyen safhalarında Türkiye’de muhalefet partileri başta olmak üzere siyasi partilerin gölge kabine modelini uygulamadıkları, buna keza batıda özellikle İngiltere’de oldukça yaygın bir uygulama olduğu görülmüştür. Ayrıca çalışma bir diğer öne çıkan sonucuyla; gölge kabine uygulamasının muhalefet partilerine tecrübe kazandırdığı ve anayasal görevleri olan hükümeti kontrol etmenin yanında alternatif politikalar üreterek iktidar olmak üzere hazır konumda beklemeleri gerektiğini ortaya koymuştur.
KAYNAKÇA
Arslan, R. (2009). Parlamenter yönetim sisteminde gölge kabineli muhalefet, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 11.(2).
Durç, A. (2010). Türk muhalefet gelenğinde Demokrat Parti, Mukaddime Dergisi, 1,(2010).
Eryılmaz, B. (2010). Bürokrasi ve siyaset bürokratik devletten etkin yönetime. (4. bs.). İstanbul. Alfa Yayınları.
Eryılmaz, B. (2012). Kamu yönetimi. (5. bs.). Kocaeli. Umuttepe Yayınları.
Gürseler, İ. (2011). www.gurselertufan.av.tr , Eksiksiz demokrasi için öneriler, Erişim Tarihi: 1 Aralık 2013.
İpek, H. (2011). www.dha.com.tr, Muhalefeti çok iyi koruyup kollamak lazım,  Erişim Tarihi: 1 Aralık 2013.
Kayalar, M. (2002). Yönetim ve yönetici geliştirme amacıyla gölge yönetim konseptinin incelenmesi ve işletmelerde uygulama olanaklarının araştırılması, yayınlanmamış doktora tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta.
Kirman, E. (2006). Çok partili döneme geçiş süreci ve Türk siyasal kültüründe muhalefet olgusunun gelişimi 1946-1950, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta.
Mutlu, A. (2005). Kurumsallaşmış demokrasilerdeki siyasi partiler sistemi ile ülkemizdeki siyasi partiler sisteminin karşılaştırmalı değerlendirmesi ve özgün model arayışları, Yayımlanmamış uz. tezi, İçişleri Bakanlığı, Ankara.
Örmeci, O. (2010). ydemokrat.blogspot.com, Türkiye’de sosyal demokrasi, Erişim Tarihi: 1 Aralık 2013.
Tdk Güncel Türkçe Sözlük, www.tdk.gov.tr, Erişim Tarihi: 1 Aralık 2013.
Turgut, N. (2011). Siyasal muhalefet onsuz olmaz unsurudur, Atılım Üniversitesi.
Yıldız., H. (2013). Türkiye’de parlamentarizm uygulamaları, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 4.(1).
***
CHP TARAFINDAN AÇIKLANAN "GÖLGE KABİNE MODELİNE" İLK YORUM VE KATKILAR!..
CHP, bakanları adam adama markaja alacağı gölge kabine modeline geçiyor. Peki hayata geçirilmesi planlanan bu modelle ilgili kim ne dedi? (GÜNCEL. 21 Temmuz 2011 Perşembe Haber: ARZU ERDOĞRAL)
CHP, GÖLGE KABİNE MODELİNE GEÇİYOR.
CHP bu uygulamayla bakanları adam adama markaja alacak. Konu ile ilgili konuşan CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin,  “Laf olsun diye gölge kabine kurmayacağız. Kabine üyelerini artık gölge gibi takip edeceğiz. Gölge kabine sayesinde artık mağdur veya şikâyetçi vatandaşın bir muhatabı olacak. Türkiye’de yeni bir muhalefet anlayışını hayata geçireceğiz” dedi. CHP’nin hayata geçirmeyi planladığı yeni hedefini farklı kesimlere sorduk. İşte yanıtlar…
GEÇ KALMIŞLARDI…
AK Parti Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş İyi yada kötü yaparlar bizim iktidar partisi olarak bir şey söylememiz uygun değil. Bir yola çıkmışlar. Bugüne kadar yapmamaları büyük bir eksiklikti. Geç kalmışlardı. Başarılar diliyoruz kabinelerine!  
HEM CHP HEM TOPLUM AÇISINDAN FAYDALI OLUR
AK Parti Rize Milletvekili Nusret Bayraktar İyi niyetli çalışma olduğu sürece demokratik toplumlarda; sivil toplum hareketlerinin, muhalefetin yapıcı eleştirileri ve fikir üretmeleri faydalı olur. Muhalefetin kendine özgü "ben hükümet olsam şunu şöyle yaparım" demesi öneriler açısından faydalı olur. Aslında iktidarın çalışmalarına da güç katar. Böylece iktidar daha titiz, daha dikkatli olur. Bizim zaten çalışma anlayışımız, çıtamız çok yüksek. Daha yükseklere götürebilme açısından bir hizmet yarışı olur. Bu yarışta da iktidarın bu faaliyetlerine bir başka siyasi partinin ulaşması mümkün değil. Hayal edecekler, onların hayal ettikleri ise bizim yaptıklarımız kadar olur ancak. Biz 2023 vizyonu ile ülkenin gelecek temellerine hazırlık yapma çalışmalarını yürütürken onlar bizim yaptığımız çalışmaların programlarını alabiliyorlar. Bizi takip etmeleri bir gelişme aslında… Bu muhalefetin alternatif bir hükümet çalışması içerisinde olduğunu gösterir. Yapacakları bu tür çalışmalar hem CHP hem toplum için faydalı olur diye düşünüyorum.
GÖLGE ETMEYİN BAŞKA İHSAN İSTEMEZ
Zaman Gazetesi Köşe Yazarı Hüseyin Gülerce CHP’liler gölge kabine kurarlarken bu işi sırf muhalefet etmek için yaparlarsa o zaman da atasözünde olduğu gibi “gölge etmeyin başka ihsan istemez” denilebilir.  Aslında batı demokrasilerinde böyle bir uygulama var. Bu kapsamda bütün ana muhalefet partileri ciddi bir çalışma yaparak, halkı bilgilendirmek için gölge kabineler kuruyor. CHP bu işi sırf hükümetin açıklarını arama yeni polemikler gündeme getirme gibi bir anlayıştan uzak olarak yapabilirse faydalı olur.    
POZİTİF MİSYON İKTİDARA KATKI SAĞLAYABİLİR
Bugün Gazetesi Köşe Yazarı Ahmet Taşgetiren Ana muhalefet partisinin böyle bir yapılanmaya gitmesini çok doğru buluyorum. Ama muhalefette anlamsız olan boykottu. Halkın ana muhalefet olarak görevlendirdiği bir partinin meclisi boykot gibi bir tercih de bulunması kabul edilemez bir şeydi. Fakat daha sonra ana muhalefet bundan vazgeçti; meclise girdi, yemin etti. Ana muhalefetin görevlerinden biri; Hükümetin icraatını denetlemek, ikincisi kendini iktidara hazırlamaktır. Normalde ana muhalefet yakın iktidar olarak görülür. Fakat CHP oy tabanı itibariyle iktidar olabilir mi? Yakın gelecekte iktidar alternatifi midir? Bu gibi sorular genelde olumlu cevaplandırılamıyor. Yakın veya uzak gelecekte CHP'nin tek başına iktidarı akla gelmiyor. Her şeye rağmen kendisini bakanlıklar seviyesinde ülkenin meselelerini anlamaya, değerlendirmeye, alternatif görüşler geliştirmeye yöneltmesini doğru buluyorum. Aslında kategorik karşı çıkmalar yerine daha pozitif bir muhalefetten söz edilebilir. Alternatif düşünceler üretebilir. Türkiye dünyada etkinliği artan bir ülke olduğu gibi bir yandan da sorunları olan bir ülke… Bu sorunların çözümünde de iktidarı tek başına bırakmak ana muhalefet stratejisi olarak görülmemelidir. Pozitif yönde muhalefet misyonu ifa edilebilir. Diyelim Kıbrıs sorununda, dünyadaki ekonomik bunalımında, Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinde, terör konusunda çok hayati problemler var. Artı bölgenin çok hayati sancıları var. Bunun içinden yürüyerek Türkiye kendisine dünyada etkin bir rol arıyor. Ben ana muhalefet pozitif misyonunun iktidara katkı olabileceğini düşünüyorum.
GÖLGE KABİNE İLE BU İŞİN YÜRÜYEMEYECEĞİ CHP TARAFINDAN SÖYLENMESİ GEREKEN BİR SÖZ!
Gazeteci Yazar Fikri Akyüz Gölge kabine açıklanmadan önce CHP şöyle bir karar almıştı. Milletvekili çıkaramadığı yerlerde bazı milletvekillerini görevlendirdi. Örneğin Ankara Milletvekili Mardin'de sorumlu olacak diyerek bir çalışmaya gitti. Bu işin aslında tabiatına aykırı... Çünkü milletvekilleri her yerden sorumludur. Gölge kabinesi için ise şunu söylemek istiyorum. “Gölge etmeyin başka ihsan istemem.” Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı'nda Muharrem İnce, Nur Serter gibi isimlerin söylenmesi tamamen faciadır. Nur Serter'in neler yaptığını biliyoruz. Muharrem İnce'nin de öğretmen kökenli olmasına rağmen Milli Eğitim gibi çok önemli bir meselede tamamen ideolojik yaklaşımlarla meseleye bakıyor oluşu ciddi bir sorun. Bunun dışında gölge kabineyle ilgili söylenebilecek olan şu; birtakım gölge bakanların adı geçiyor, bu bakanlardan bazıları başbakan yardımcısı olarak gözüküyor. Tek tek isimlere baktığımızda birçoğu ideolojik takıntısı son derece yüksek olan isimlerden müteşekkil... Çok azda olsa meselelere akli yönden bakan kişiler var. Fakat kamuoyunda Süheyl Batum gibi, Nursel Serter gibi ideolojik çerçeveden bakan kişilerde yer alıyor. Gölge kabine meselesi yıllardır hep tartışılır. Gölge kabine staratejik açıdan da yanlış aslında. İktidar partisinde, birtakım bakanlar atanır. Bakan olamayanlar bakanlık beklentisi içinde olur. Bu nefsanî bir şey… Dolayısıyla kimse sesini çıkarmaz. Bir muhalefet partisinin gölge kabine oluşturması durumu da gölge kabineye giremeyen milletvekilleri açısından ciddi bir rahatsızlık oluşturur. İktidar değil ki 3 ay sonra kabine değişirse bende gelirim düşüncesiyle bir beklenti içine girmiş olsun! Gölge kabine Avrupa'da uygulanabilir. Çünkü halklar ve milletvekilleri arasında demokratik kültür yaygın. Meselelere ülkenin çıkarlarıyla ilgili bakma açısı olduğu için Avrupa'da işliyor. Ama Türkiye'de dediğim gibi iktidar olmakla birlikte insanların nefsani duyguları kabarır. Bunu yadırgayamazsınız. Mühim olan bunu eyleme sokarken bir tavır göstermemektir. Milli Eğitim Bakanlığı'na kendini layık gören birisi iktidarda iken bakan olamamışsa çok fazla rahatsızlık duymaz. Türkiye koşullarında söylüyorum bunu. Muhalefetten birinin bakan olması çok ciddi bir rahatsızlık doğurur. Gölge kabine tamamı ile taktik ve stratejik yanlışlık meselesi. Gölge kabineyle bu işin yürümeyeceği CHP açısından söylenmesi gereken bir sözdür. Önemli olan iktidara gelebilmektir. Ben hiç kimseye gölge olmak istemem demesi lazım. Kendi açısından konjonktürün en müsait olduğu zaman bile iktidara gelemeyen bu partinin gölge kabine ile meseleleri çözümlemeye çalışması herhalde ters tepecektir.
EKSİKLİKLER VAR AMA DOĞRU BİR GİRİŞİM!
Gazeteport Yazarı Ahu Özyurt Fikir olarak uzun süredir CHP'nin içinde konuşulan bir konuydu. Modelin biraz İngiliz modeline yakın olduğu anlaşılıyor. Fikir babasının Prof. Dr. Sencar Ayata olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü bu konular da o modeli en iyi bilen isim Sencar Ayata'dır… Anlaşılan o ki İngiliz modelini CHP üzerinde deniyor. İşçi Partisi modelinin egzersizini yapıyorlar. Fikir olarak doğru ve güzel… Fakat milletvekili ve bakanları tabandan kopuk çalışmaya sevk edecektir. Pek çoğu yeni milletvekili olan ve (bazıları partiye bile yeni girmiş isimler) kendileri mecliste AKP'nin performansına göre konumlandıracaklardır. Gerçek seçmenler yada ulaşmak istedikleri seçmenler dışında çok sağlıklı bir manevra olmayabilir. Doğal olarak CHP'yi defansif bir pozisyona çeker. Sadece hükümetin attığı adımlara karşılık verir. Anayasanın, demokratik açılımın konuşulacağı pek çok noktada açıkçası CHP'nin kendi içinden politika üretmesi bana göre gölge kabine veya bakan takibinden çok kendi öz politikasını belirlemesi açısından doğru olur. Aslında bu gölge kabine seçmen gözünde de büyük örneği kopyalamak gibi duracak. CHP seçmeni onlar ne yapıyorsa biz tepki veriyoruz gibi algılayacak. Tabi özgün metodlar üretebilirlerse parti içinde çok önemli bir egzersiz olabilir. Diğer milletvekillerinin bir kısmı yasama sürecinde çok yeni oldukları için belki bu dönem bu görevi almazlar. Ama Kemal Kılıçdaroğlu gerekirse kabineyi 6 ay sonra değiştirir. Yerine başka tecrübesi olan insanları alır. Meclis komisyonlarında ağırlık vermesini istediği kişileri meclis komisyonunda görevlendirir. Böyle de bir görevlendirme yapacağını görüyoruz. Elindeki insan havuzunu en iyi şekilde değerlendirecek gibi görülüyor. Sonuç itibarı ile İngiliz modeli bunu ağırlıklı olarak iki partili bir parlamentoda; yani Avam ve Lordlar kamarası olan bir parlamentoda kullanıyor. Şimdi TBMM'de 3 parti ve aynı zamanda oldukça karmaşık bir de bağımsız milletvekilleri grubu var. CHP'nin kendini gölge kabineyle tamamen AKP'nin kurduğu kabineye angaje etmesi diğer muhalefet partileriyle işbirliği alanını bana göre daraltır. Öte yandan onların kaygılarından faydalanma yada onların gündeme getireceği konuları takip etme refleksini de zayıflatabilir. Aynı zamanda tabanla irtibatın koparılması ve özgün bir politika üretilmesinin engellenmesine sebep verebilir.
CHP’NİN NE YAPACAĞINA CHP’LİLER KARAR VERİR
Akit Gazetesi Köşe Yazarı Abdurrahman Dilipak İyi bir adım ama nasıl yapacaklarına bağlı… CHP, bu konu hakkında eğer proje üretecekse (ki daha önce onları denediler ama söylemediler, bizim projemizi çalarlar diye... Nasıl bir siyaset anlayışıysa?) olumlu sonuçlar verir. Ama bir şey önermeyeceklerse, her şeyi eleştirmek insanları yoruyor, geri teper. Gölge bir kabine oluşturacaksanız kendi projenizi getireceksiniz. AK Parti’nin yaptığı anayasaya hayır demek, anayasa yapmak değil. Böyle değil şöyle olsun, sizin dediğinizin maliyeti bu, benim dediğimin şu tarzında bir haklılık mücadelesi yapmak gerekir. Ama CHP’nin bu zihniyetle yeni bir kabine oluşturması demek Bakanlıkların açığını yakalayıp bunu polemik konusu yapmak gibi bir anlam taşır. Bunun da bir faydası vardır aslında; AK Parti daha dikkatli çalışır, hareket alanı sağlanır. Necip Fazıl’ın bir sözü var; “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın” diye. Tabi burada konu düşman meselesi değil ama yıkıcı propagandanın iktidarın hem denetimini yoğunlaştıracağını hem de ona cevap verme adına daha aktif hale getireceğini düşünüyorum. Netice itibari ile CHP’nin ne yapacağına CHP’liler karar verir.
TOPLUM YARARINI GÖZETEN GERÇEK BİR MUHALEFET MODELİ DAHA İYİ OLUR
Yeni Şafak Gazetesi Köşe Yazarı Özlem Albayrak CHP, gölge kabine modeli ile muhalefet etme kararı almış. Bu kapsamda, kabine üyelerini gölge gibi takip edeceklermiş, bütün bakanlıkları takip etmek üzere de CHP’den bir isim belirlenmiş. Türkiye’de siyasal iktidarın en büyük handikabının;  karşılarında, tutarlı, faydalı, ayağı yere basan, ciddi bir muhalefet olmadığını düşünen biri olarak memnuniyetle karşılamam gerekirdi. Ama karşılayamıyorum, çünkü çok yakın bir zamana dek muhalefetten anladığı tek eylem, “çimlerin kesilme süresi hakkındaki kanun”u bile anayasa mahkemesine götürüp iptal ettirmek olan bir CHP’den söz ediyoruz. CHP’nin kemik geleneklerini değiştirmeye çalışan ama değiştiremeyen bir siyasal parti olduğu da seçim sürecinde kanıtlandığına göre, söz konusu durum “köstek olma işini abartma” olarak bile yorumlanabilir.   Kaldı ki, kabinenin eyledikleri ortada, bu eylemleri tek bir kişinin takibine tahsis etmek birincisi, “geride kalan CHP’li vekiller ne iş yapacak?” sorusuna yol açar, ikincisi CHP yönetiminin tek kişinin takibindeki hata payının çoğalacağını düşünmedikleri anlamına gelir. Bu yöntem bana kalırsa muhalefet etme biçimi filan değil, olsa olsa CHP’nin klasik göz boyamacılığının ürünü olan yeni bir strateji. “Bakın bakın milletin yararı için muhalefet görevimizi nasıl da yerine getiriyoruz” diye kendini gösterme çabası içine girmek yerine, eylemleriyle bunu ortaya koysalar ve toplum yararını gözeten gerçek bir muhalefete imza atsalar, daha iyi olurdu sanki. Umudum yok ama bakacağız.
DEĞİŞİKLİK POLEMİĞİ DEVAM ETTİREN İSİMLERLE YAPILIRSA BAŞARI GETİRMEZ
Siyaset Bilimci Dr. Murat Yılmaz Doğru bir model… Ana muhalefet partisinin hükümeti değerlendirirken birebir takip edecek olması önemli fakat bu iş iyi yapılırsa ortaya verimli neticeler çıkarılabilir. Hem ana muhalefet partisi açısından, hem kamuoyu açısından önemli. Hem de hükümettin ne yapıp ettiğini bu muhalefet karşısında açıkça ortaya koyabilir. CHP'nin böyle bir gayrete girmesi şu bakımdan önemlidir; CHP şimdiye kadar ideolojik gerekçelerle muhalefet ediyordu. Gölge kabineyle ideolojik gerekçeler ötesinde bir pratiği değerlendiren, ideolojik perspektifin ya da katı ideolojik perspektifin dışında bir şey yapabiliyorsa bu anlamlı olur. CHP'nin bugüne kadar yaptığı gibi; rejim ekseninde muhalefet ve polemiği devam ettirecek isimlerle bu değişiklik yapılırsa bir başarı getirmez. Sadece şimdiye kadar olduğu gibi CHP'nin bu rejim üzerinden yaptığı muhalefetin başarısızlığıyla sonuçlanır.
ON5YİRMİ5.COM - CHP'nin "Gölge Kabine Modeline" İlk Yorumlar!
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/guncel/olaylar/51208/chpnin-golge-kabine-modeline-ilk-yorumlar.html

25 Ekim 2017 Çarşamba

"BİT PAZARINA NUR YAĞDI" DEMOKRATLAR KANDIRILDI. MHP'NİN GÜNCEL VERSİYONU-İKAMESİ, TARİHİ TEMALAR VE SİNSİ ALDATMACALARLA KURULDU. Hani "DEMOKRAT MERKEZ PARTİ" Olacaktı

MERAL AKŞENER'DE "NİHAYET" KENDİ PARTİSİNİ KURDU

Artık "MERAL AKŞENER'İN DE BİR PARTİSİ VAR" Eski DPY'li İçişleri Bakanı ve sonra ki MHP Milletvekili MERAL Akşener’in bugün kamuoyuna açıklayacağı yeni partinin günlerdir "sır gibi saklanan" kurucular kurulu da belli oldu. 
200 kişinin yer aldığı ve günlerdir "muhtemel parti adlarının" demokrat (Demokrat Merkez Parti, Merkez Demokrat Parti v.d.,) olarak anılmasına rağmen, bir tek tarihi ve kadim Demokrat Partili'nin bile yer almadığı listede sol akımdan, sözde merkez sağ akıma, muhafazakâr kanattan, milliyetçi kanada kadar dört eğilimin de temsil edilmeye çalışıldığı görüldü. Bu arada partinin kurucu üyelerinde eski SAT komandosu Ali Türkşen, Twitter hesabından partinin logosunu paylaştı.
Meral Akşener, bugün (25 Ekim 2017, Çarşamba)  saat 09.10 sıralarında İçişleri Bakanlığı'na bazı parti kurucularıyla giriş yaptı. Akşener makam aracının penceresini açarak kendisini takip eden basın mensuplarına el salladı. Yeni partinin kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığının ilgili birimine teslim eden Meral Akşener, yaklaşık 20 dakika içeride kaldı. Akşener, daha sonra açıklama yapmadan binadan ayrıldı.
PARTİNİN ADI BELLİ OLDU: "İYİ PARTİ"!..
Meral Akşener'in partisinin adı da belli oldu. Kurulacak yeni partinin adı 'İyi Parti' olacak. Bu ad tarihi Türk Tamgalarında "KAYI TAMGASI" olarak bilinen işareti anımsatıyor. Zaten çok kısa olan Parti adı için başkaca kısaltma kullanılmayacak. Yine Türk tarihinden esinlenerek kararlaştırıldığı sanılan Güneşi temsil eden logoda 'İyi Parti' ifadesi yer alacak. İyi Parti kurucusu ve Genel Başkanı Meral Akşener'in sloganı ise şöyle: 'Türkiye iyi olacak'... Akşener, İçişleri Bakanlığı'na gelişte böyle görüntülendi. (Yukarıdaki resim) 
PARTİDE KİMLER VAR?
Necmettin Erbakan’a en bağlı isimlerden olan eski Refah Partili ve AK Parti’den de Şişli Belediye Başkan adayı olan Mukadder Başeğmez milli görüş çizgisinden gelen isimlerin başında yer aldı. Eski Başbakan Bülent Ecevit’in yanında yıllarca siyaset yapan, bir dönem Kültür Bakanlığı koltuğuna da oturan Suat Çağlayan ve 20 ve 21. dönemlerde DSP’den Devlet Bakanlığı yapan Aydın Tümen de dikkat çeken diğer isimler oldu.
ESKİ BAKANLAR YER ALDI
Anavatan Partisi’nin eski Devlet Bakanlarından Ahat Andican, MHP’nin eski Bayındırlık ve İskan Bakanları’ndan Abdülkadir Akcan, DYP’den Devlet Bakanlığı yapan Ayfer Yılmaz da listedeki diğer bakanlık yapan siyasetçiler olarak yansıdı. Listede AK Parti kökenli siyasetçilerden ise eski Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay ve eski Bingöl Milletvekili Kazım Ataoğlu dikkat çekti. Ergenekon Davası’ndan tutuklanan isimlerden Vedat Yenerer ve Ruhat Mengi ile Ahmet Çelik de Akşener’in yer verdiği gazeteci kökenli siyasetçiler oldu.
GENERALLERDEN SANATÇILARA
Gazinolar kralı Fahrettin Aslan’ın oğlu Mehmet Aslan ve solcu kimliği ile tanınan yönetmen Onur Aydın kurucular kurulunun sanatçıları olarak yansıdı. Kurucular listesinde yer alan Ali Lapanta, Erzurum Bölge Komutanı iken 15 Temmuz darbe girişiminin ardından tümgenerallikten korgeneralliğe terfi ederek Jandarma Genel Komutan Yardımcısı olmuştu. Ancak Lapanta, İçişleri Bakanlığı kararıyla 1 Ekim’de emekliliğe sevk edilmişti. Yörük Ali Paşa olarak bilinen Ali Aydın, Balyoz mağduru ve Kardak kahramanı eski SAT komandosu Ali Türkşen de dikkat çeken asker kökenli isimler oldu.
YILMAZ DA ÖZER DE VAR
Listede bu isimlerin yanı sıra daha önce MHP’de milletvekilliği, il başkanlığı, ülkü ocakları yöneticiliği yapan siyasetçiler, akademisyenler ve bürokratların da olduğu görüldü. Eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin eski Özel Kalem Müdürü Ömer Karakaş, Aşık Veysel’in torunu Çiğdem Özer de dikkat çeken diğer isimler oldu. Listede bulunan Elmas Gırağos’un da İstanbul’da kuru temizlemecilik yapan “Türk milliyetçisi” Ermeni bir kadın vatandaş olduğu belirtildi.
LOGO BELLİ OLDU
İYİ PARTİ'nin LOGO'su, eski Türk Tamgalarını çağrıştırıyor. Partinin kurucu üyelerinde eski SAT komandosu Ali Türkşen, Twitter hesabından partinin logosunu paylaştı. Parti görev kartı ve rozetinin fotoğrafını paylaşan Türkşen, “Vatanıma milletime hayırlı olsun” ifadesini kullandı. Türkşen’in paylaştığı kartın üzerinde, etrafında sekiz çizgi bulunan güneş şeklindeki parti logosu dikkat çekti. Logodaki çizgilerin her birinin bir anlamı olduğu “umut, cesaret ve zenginlik” gibi kavramları ifade ettiği öğrenildi.
İŞTE 200 KİŞİLİK KURUCULAR KURULU LİSTESİ
“Abdul Ahat Andican, Abdullah Alagöz, Abdullah Alay, Abdullah İlker Sungur, Abdülkadir Akcan, Abdülkadir Yuvalı, Adil Erkoç, Adnan Şefik Çirkin, Ahmet Azmi Yetim, Ahmet Can Buğday, Ahmet Çelik, Ahmet Ersagun Yücel, Ahmet Kamil Erozan, Ali Sağır, Ali Aydın, Ali Coşkun, Ali Dinçer çolak, Ali Lapanta, Ali Rıza Ercan, Ali Türkşen, Aydın Adnan Sezgin, Aydın Tümen, Ayfer Yılmaz, Ayhan Bölükbaşı, Ayhan Çevik, Ayhan Erel, Ayşe Melda Topyay, Ayşe Sibel Yanıkömeroğlu, Ayşe Sucu, Ayşegül Doğrucan, Ayşin Altuniç Güven, Aytun Çıray, Baha Cankut Sarıtaş, Banu Aydın, Başak Karataş, Bedri Yaşar, Behiç Çelik, Berat Yılmazel, Beril Gümüş, Berna Biçer, Berna Sukas, Betül Bayraktar Orhan, Bilal Karaca, Binnur Karadağlı, Bircan Akyıldız, Birol Büyüköztürk, Burak Akburak, Burcu Akçaru, Burhan Suat Çağlayan, Celal Dağgez, Celaleddin Aykol, Cevat Saraç, Cezmi Polat, Coşkun Yıldırım, Cumali Durmuş, Çiğdem Özer, Derya Şahin Şener, Durmuş Yılmaz, Dursun Cengiz Atak, Elmas Gırağos, Emine Erdoğan, Emine Küçükali Gurkok, Enes Kaplan, Erdoğan Bozdemir, Erhan Özkan, Ersönmez Yarbay, Ethem Baykal, Faruk Köylüoğlu, Fatih Demirkol, Fatih Eryılmaz, Fatih Mehmet Şeker, Fatma Kamiloğlu, Feridun bahşi, Fuat Yıldırım, Gökhan Beker, Göksel Taşçı, Günay Kodaz, Hakan Gören, Hana Akyüz, Hasan Hüseyin Türkoğlu, Hasan Sincar, Hasan Toktaş, Havva Baş, Hayati Arkaz, Hayrettin Barut, Hayrettin Nuhoğlu, Hayriye Nurcan Yazıcı, Hediye Akdere, Hüseyin Özlük, İbrahim Özyer, İbrahim Cevher Cevheri, İbrahim Halil Oral, İlay Aksoy, İsmail Ethem Tokdemir, İsmail Ok, İsmet Koçak, Kadriye Ünler, Kazım Ataoğlu, Kevser Selda Tandoğan Demirel, Koray Aydın, Lütfü Türkkan, Mahmut Bozkurt, Mahmut Tekin, Mehmet Aslan, Mehmet Arslan, Mehmet Metanet Çulhaoğlu, Mehmet Okan Oğuz, Mehmet Tolga Akalın, Mehmet Ufuk Ülkümen, Meltem Erzen, Meral Akşener, Meral Alemdar, Merrin Hasipoğlu, Merve Hafızoğlu, Mesut Özarslan, Mesut Yılmaz, Metin Taşdemir, Metin Ergun, Mine Baş, Mualla Yücel, Mukadder Başeğmez, Musa Ertugan, Musavvat Dervişoğlu, Mustafa Cihan Paçacı, Mustafa Çakıroğlu, Mustafa Erdem, Mustafa Gül, Mustafa Hakan Ünser, Mustafa Veysel Güldoğan, Naci Cinisli, Nafiz Özgür Rıfaioğlu, Nazif Aktürk, Nazlı Aspay Şener, Nazlı Elif Gökdemir, Nesibe Ruhat Mengi, Neşe Toker, Nevzat Bor, Nihal Ağca, Nihat Kula, Nuri Okutan, Oğuz Sarul, Oğuzhan Türk, Oktay Erkaçan, Oltaç Ünsal, Onur Aydın, Orhan Erzurum, Orhan Şen, Osman Ertürk Özel, Ömer İbrahim Sayın, Ömer Karakaş, Özcan Pehivanoğlu, Özcan Yeniçeri, Ramazan Kılıç, Recai Mercimek, Recep Sanal, Rıdvan Uz, Ruhittin Sönmez, Selda Bostancı, Selim Tankut, Sermin Özensoy, Servet Hali, Sevin Çağlayan, Sevinç Gümüş, Sevinç Nazire Uraz, Seyit Yücel, Sırrı Aksu, Sıtkı Polat, Sinem Uludamar, Sultan Neslihan Seven, Süleyman Nevzat Korkmaz, Süleyman Sarıbaş, Şahin Arslantaş, Şenol Bal, Şeref Tamtürk, Şule Ünlü Doğan, Şükrü Kuleyin, Taha Orhun Ertürkmen, Tamer kayaalp, Tugay Uluçevik, Tuğrul Arık, Uğur Poyraz, Uğur Tarhan, Umut Barış Erdoğan, Umutcan Günerkaya, Ümit Beyaz, Ümit Dikbayır, Ümit Özdağ, Vedat Bayram, Vedat Taylan Yıldız, Vedat Yenerer, Yasin Öztürk, Yaşar Akkuş, Yıldırım Görgen, Yıldırım Ulupınar, Yusuf Halaçoğlu, Yücel Coşkun, Yüksel Yılmaz, Zekai Kaya, Zeki Hakan Sıdalı, Zuhal Çiftkaya.”
NAKLEN HABER & ALINTI: http://ulusalhaber-ulusalajans.blogspot.com.tr/2017/10/mujdeler-olsun-turkiyem-bu-gun-turk.html

12 Eylül 2017 Salı

Yaman bir çelişki, müthiş bir ironi! Bütün 27 Mayıs'çılar 12 Eylül karşıtı. Çünkü 27 Mayıs bedhahların kalkışması; 12 Eylül ise, hukuki ve ahlâki emir-kademe zincirine uygun olarak yapılan vatana ihanet, terör ve tedhişe karşı milli refleks, yasal direniş ve meşru müdahaledir.

“12 EYLÜL 1980 MEŞRU MÜDAHALESİ VE NEFSİ MÜDAFAA’NIN 37. SENE-İ DEVRİYESİ ANISINA”
27 MAYIS’IN UNUTTURULMUŞ BİR KURBANI “DEMOKRAT PARTİ İSTANBUL MİLLETVEKİLİ” DR. ZAKAR TARVER’İ HATIRLAMAK!..
(AGOS, 26.05.2013GÜNCEL)
Milletvekili Zakar Tarver, 27 Mayıs’ta tutuklanarak, Yassıada’ya götürüldü. Kısa bir süre sonra da ölüm haberi geldi. Tarver’in bir yakını, o günleri şöyle anlatıyor: “19 Eylül’de haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Zakar Bey’in bütün vücudu mosmordu. Belli ki çok dövmüşler.”
Milletvekili Zakar Tarver, 27 Mayıs Darbesi’nde tutuklanarak, pek çok parti arkadaşı ve bürokratla birlikte, camları gazete yapıştırılarak kapatılmış bir gemiyle Yassıada’ya götürüldü. Kısa bir süre sonra da ölüm haberi geldi. Tarver’in bir yakını, o günlerde yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “19 Eylül’de haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Cenazesini Gülhane’deki Adli Tıbba götürmüşler. O tarihte Adli Tıp Gülhane’deydi. Zakar Bey’in bütün vücudu mosmordu. Belli ki çok dövmüşler. Menderes’e bile neler yaptılar, kim bilir bu gâvura neler yapmışlardır diye düşündük. Yaşlı olduğu için dayanamamış, zaten kendisi hassas bir insandı. Annesinden gazeteleri sakladık, oğlunun ölüm haberini gazeteden almasın diye. ‘Asker gazeteleri yasakladı’ dedik. Sonra duyunca annesi yıkıldı, çok acı çekti.”
EMRE ERTANİ emreertani@agos.com.tr
27 Mayıs 1960’ta yaşanan askeri müdahale Demokrat Parti iktidarına son verirken, Türkiye’de on yılda bir yaşanacak darbeler döneminin de başlangıcı oldu. Ordu, 27 Mayıs darbesiyle siyasete el koydu, iktidarı gasp etti, seçimle ve çoğunluğun oyuyla iktidarda bulunan Demokrat Parti’yi devirdi. Yassıada’da görülen ‘Anayasa’yı ihlal’ davası, vatana ihanet suçlamasıyla açılmıştı.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’le birlikte, 401’i milletvekili olmak üzere, 500’den fazla Demokrat Partili, darbecilerin kurduğu mahkemelerde sanık oldu ve yargılandı. Davanın vatana ihanet suçlamasıyla açılmasının sebebi, cumhurbaşkanının ancak vatana ihanet suçu kapsamında sorumlu tutulabilmesi ve yargı önüne çıkarılabilmesiydi. O tarihte 78 yaşında olan Celal Bayar’ın idam cezasına çarptırılabilmesi için gereken ‘hukuki’ zemin, Türk Ceza Kanunu’ndaki 65 yaş sınırının kaldırılmasıyla hazırlanmıştı. Darbeciler ve yandaşları 27 Mayıs askeri darbesini bir ‘devrim’ olarak adlandırmıştı. 27 Mayıs darbesi, 1963’te, İsmet İnönü hükümeti tarafından ‘Hürriyet ve Anayasa Bayramı’ adıyla resmi bayram ilan edilerek kutlanmaya başladı. 27 Mayıs okul kitaplarına alınarak, 1960’tan 1983’e kadar çocuklara bir ‘devrim’ olarak okutuldu.
Lideri idam edilmiş bir siyasi geleneğin devamı olan ve Demokrat Parti’nin yerine kurulan Adalet Partisi, ne ironiktir ki, 12 Mart’ta darbecileri desteklemişti. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararına ilişkin Meclis görüşmelerinde Süleyman Demirel sıralara vurarak “Üç isteriz” diye bağırmış, 27 Mayıs’ta asılan üç siyasetçiye karşı üç gencin idam edilmesi yönünde oy kullanmıştı.
Cuntanın yaptığı 27 Mayıs darbesi çok yakın bir tarihe kadar kendine aydın-solcu diyen insanlar tarafından bile ‘devrim’ olarak kabul edilmekteydi. Ancak son yıllarda darbecilik tartışmaları 27 Mayıs’ın da yoğun bir şekilde konuşulmasını sağladı. O tarihlerde yaşananlar, acı hikâyeler anlatılmaya, yazılıp çizilmeye başladı. Genç Siviller gibi girişimler ve demokrat aydınlar 27 Mayıs konusunda bir farkındalık yaratarak, o dönem yaşanan acıları ve hukuksuzlukları gözler önüne serdiler.
27 Mayıs darbesinin kurbanları denince akla ilk olarak idam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan gelir. Ancak bu darbenin kurbanları sadece onlar değildi. Yassıada’ya götürülenlerden 10 milletvekili ve bürokrat işkence sonucu hayatını kaybetti. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Lütfi Kırdar, duruşma sırasında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Yusuf Salman, Lütfü Şaylan, Gazi Yiğitbaşı, Emekli Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, Yümnü Üresin ve Kenan Yılmaz, Anayasa davasında yargılanırken, Yassıada’da vefat ettiler. İçişleri Bakanı Namık Gedik, Ankara’da Harp Okulu’nda hayatını kaybetti, ölüm nedeni ‘intihar’ olarak açıklandı. Herkesin ortasında askerlerden dayak yemeyi gururuna yediremeyen Cemil Keleşoğlu bileklerini keserek intihar etti. İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay da 30 Eylül 1960’da, işkence sonucu hayatını kaybetti.
27 MAYIS’TA MARUZ KALDIĞI MUAMELE SONUCU ÖLEN POLİTİKACILARDAN BİRİ DE ERMENİ’YDİ.
Demokrat Parti İstanbul Milletvekili ve Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi’nin eski başhekimlerinden ve Türkiye’nin ilk radyologlarından Zakar Tarver de 27 Mayıs’ın işkence sonucu ölen kurbanlarından biri oldu. Tarver 27 Mayıs’ta tutuklanmıştı. Yassıada’da hayatını kaybeden Tarver’in ölüm nedeni kayıtlara “kalp krizi” olarak geçti. Ancak dönemin tanıkları, milletvekilinin gerçek ölüm nedeninin farklı olduğunu söylüyor. Anlatılanlara göre, Tarver bir askerin çelme takması sonucu düştükten sonra darp edildi ve hayatını kaybetti.
Tarver’in yaşadıkları 27 Mayıs’ın bilinmeyen hikâyeleri arasında yer alıyor. Bugüne dek bu konu üzerine kayda değer ne bir haber ne de bir yazı yayımlandı. Tarver’in hikâyesini merak edip araştırmaya başladığımızda, bu talihsiz ölümün izini sürmenin çok da zor olmayacağını düşünüyorduk. Bu kadar değerli bir bilim insanı ve dönemin önemli bir siyasi aktörü hakkındaki bilgilere kolaylıkla ulaşabileceğimizi sanıyorduk. Ancak araştırmaya başlar başlamaz gördük ki küçücük bir bilgi kırıntısına ulaşmak dahi bir hayli zor olacak. Türkçe gazeteler de, Ermenice gazeteler de, Zaker Tarver’in ölüm haberini, Sıkıyönetim Komutanlığı’nın yayımladığı açıklamayla vermiş ve ölümün kalp krizi sonucu olduğunu yazmışlar. Tarver’in, binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen ve bir tür darbe karşıtı sessiz gösteri olduğu anlatılan cenaze töreni, gazetelerde haber dahi olmamış.
Zakar Tarver, Balıklı Ermeni Mezarlığı’nda yatıyor. Bugün onun hikâyesini anlatabilecek pek kimse kalmadı. 27 Mayıs darbesi üzerine yaptıkları çalışmalarla bilinen Emine Gürsoy Naskali ve H. Emre Oktay, Yassıada’yı yaşamış olanlardan dinlediklerinden yola çıkarak Tarver’in ölümünün askerlerin kendisine reva gördüğü muameleyle ilgili olduğunu söylüyor. Emine Gürsoy Naskali, Yassıada sanıklarından, Türkiye’nin üçüncü cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu. H. Emre Oktay ise, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay’ın oğlu. Tarver ailesinin üyelerini bulma çabamız ne yazık ki olumlu bir sonuç vermedi. Ailenin yakınlarından birine ulaşabildik, ancak o da yaşadıklarını anlatmaktan çekindi ve yalnızca, doktorun ölümüne kadar olan süreç hakkında kısa bilgiler verdi. Tarver’in ölümü ve cenaze töreni hakkındaki sorularımızı ise, gözyaşları içinde kaldığı için, yanıtsız bıraktı. Bu durum, 27 Mayıs sonrasında yaşanan korkunun, Tarver ailesi ve genel olarak Türkiyeli Ermeniler üzerinde yarattığı travmanın bir yansıması.
Dr. Zakar Tarver kimdir
DEMOKRAT PARTİ İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ZAKAR TARVER’İN KABRİ BALIKLI ERMENİ MEZARLIĞI’NDA BULUYNUYOR
Zakar Tarver’in asıl adı Rupen Zakar Zakaryan’dı. Soyadı Kanunu çıktıktan sonra Zakar Tarver adını aldı. 1894’te, o zamanlar yaklaşık 5 bin 500 kişilik bir Ermeni nüfusa sahip olan Eğin’de (bugünkü Kemaliye) dünyaya geldi. Doğduğunda, annesi Yevkine 16 yaşındaydı. Babası Ohan Zakaryan, manifaturacılık yapıyordu. 1895’te, Eğin’de Ermenilere yönelik saldırılar sırasında Zakaryan ailesinin evi ve dükkânı yakıldı. Kendi memleketinde can güvenliği ve barınacak yeri kalmayan aile İstanbul’a göç etti. Zakar Tarver Bey’in babası Ohan Zakaryan, manifatura dükkânına gelip giden doktorlardan çok etkilendiği için “Oğlum okursa doktor yapacağım” diyordu. Nitekim öyle oldu. İlkokulu İstanbul Makriköy’deki (Bakırköy) Bezazyan’da, ortaokulu da Bahçecik Amerikan Koleji’nde okuyan Zakar Tarver, 1917’de, o zamanlar Haydarpaşa’da bulunan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Bölümü’nden başarıyla mezun oldu.
Zakar Zakaryan, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Ordusu’nda subay olarak görev yaptı. O dönemde Anadolu Ermenileri tehcir ve katliamlarla karşı karşıyaydı. Tarver’in nerede görev yaptığını bilmiyoruz. Osmanlı ordusundaki pek çok Ermeni er, amele taburlarında hayatını kaybetmişti. Ancak subay olanların hayatta kalma şansları nispeten yüksekti. Tarver de onlardan biri oldu. Radyoloji alanında uzmanlaşmak için Fransa’ya giden Zakar Zakaryan, 1919-1922 yılları arasında Maria Curie’nin yanında asistanlık yaptı. Dönemin ünlü tıp profesörlerindan eğitim alan Zakar Tarver, önemli sağlık kurumlarında çalıştı. İstanbul’a ilk röntgen cihazını o getirdi. Bir süre Surp Pırgiç Hastanesi’nde radyolog olarak çalıştı. Uluslararası Radyoloji Derneği üyesi olan, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa’da birçok konferansa katılan Tarver, Türkiye’de tıp biliminin gelişimine önemli katkılarda bulundu. Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi’nde,1923-1925 ve 1927-1933 yılları arasında Radyoloji Kliniği Şefi; 1948-1955 yılları arasında ise başhekim olarak görev yaptı. Hastanede pek çok yeniliğe imza atan Tarver, bugün de devam eden Surp Pırgiç dergisinin yayımlanmasını sağladı.
‘R. Zakaryan’ ve ‘Z. Kar’ mahlaslarıyla Ermenice öyküler ve yazılar yazdı. Ermenice ve Türkçenin yanında Fransızca, Almanca ve Rusça biliyordu. Hayatının büyük bir bölümünü okumaya vakfeden doktorun, çok büyük bir kütüphanesi vardı. Doktor Tarver, İkinci Dünya Savaşı yıllarında gayrimüslimlerin toplu halde askere alındığı Yirmi Sınıf İhtiyat Askerliği kapsamında, 48 yaşındayken ikinci kez askere gitmek zorunda kaldı; 1942-1943 yıllarında Sivas’ta yüzbaşı rütbesiyle yedek subay olarak görev yaptı. Böylece, her iki dünya savaşı sırasında da askerlik yapmış oldu. Tek parti iktidarı döneminde CHP’nin Varlık Vergisi ve Yirmi Sınıf İhtiyat Askerlik gibi ayrımcı uygulamalarını bizzat yaşayan Tarver’in, çok partili dönemde neden Demokrat Parti’de siyaset yapmayı tercih ettiği sorusunun yanıtını da bu deneyimlerde aramak gerekir sanırız.
Siyasete ilk olarak İstanbul Belediyesi’nde Meclis üyesi olarak girdi. İsmini vermek istemeyen bir yakınının deyimiyle, “Günümüzde milletvekili olmak için paralar saçılırken, o, çevresindekilerin yoğun ısrarları kıramayarak” aday oldu ve 1954’te milletvekili seçildi.
Milletvekili Zakar Tarver, 27 Mayıs Darbesi’nde tutuklanarak, pek çok parti arkadaşı ve bürokratla birlikte, camları gazete yapıştırılarak kapatılmış bir gemiyle Yassıada’ya götürüldü. Kısa bir süre sonra da ölüm haberi geldi. Tarver’in yakını, o günlerde yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “19 Eylül’de ailesine haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Cenazesini Gülhane’deki Adli Tıbba götürmüşler. O tarihte Adli Tıp Gülhane’deydi. Zakar Bey’in bütün vücudu mosmordu. Belli ki çok dövmüşler. ‘Menderes’e bile neler yaptılar, kim bilir bu gâvura neler yapmışlardır’ diye düşündük. Yaşlı olduğu için dayanamamış... Zaten hassas bir insandı. Gazeteleri annesinden sakladık, oğlunun ölüm haberini okumasın diye. ‘Asker gazeteleri yasakladı’ dedik. Sonra duyunca annesi yıkıldı, çok acı çekti.”
ÜÇÜNCÜ CUMHURBAŞKANI CELAL BAYAR’IN TORUNU PROF. EMİNE GÜRSOY NASKALİ DE, YASSIADA’DA YAŞANANLARI ŞU SÖZLERLE ANLATIYOR:
“O yıl ben 10 yaşındaydım. İzmir’de annem, anneannem ve kız kardeşlerimle ev hapsindeydim. Darbeden sonra, davalar başlayana kadar hiç kimseyle temasımız olamadı, o sebeple Zakar Bey’in cenazesine katılamadım. Zakar Bey’in, Yassıada’ya götürülürken gemiye bineceği veya gemiden ineceği sırada görevli subay tarafından itilip düşürüldüğü, başını çarptığı ve darp edildiği anlatıldı. Ölümüne bu hadise sebep olmuş. Beyin kanaması olmuş, revire kaldırılmış. Bu olayı ben annemden dinledim. ‘Öyle olduğunu nasıl kanıtlarız, bunu anlatacak şahidimiz var mı?’ diye sormuştum anneme. Zakar Bey’le birlikte Yassıada’ya götürülenler hadiseyi o yıllarda bu şekilde anlatmışlar. Yani oradakilerin hepsi şahit. Aynı grup içinde bulunanlar görmüşler ve hadiseyi böyle anlatmışlar.”
TARVER’İN 6-7 EYLÜL OLAYLARINA İLİŞKİN MECLİS KONUŞMASI
Dr. Zakar Tarver’in 6-7 Eylül olayları sonrasında TBMM kürsüsünden yaptığı bir konuşma, onun, Cumhuriyet’in azınlıklar için çizdiği ‘sadık gayrimüslim vatandaş’ portresinin tipik bir örneği olduğunu gösteriyor. Ancak, “Memleketimizde yaşayan ufacık gayrimüslim azınlık mukadderatını bu memleketin mukadderatına bağlamış, bu memleketin iyiliğine candan sevinen ve maazallah felaketine de samimiyet üzülen insanlardan mürekkeptir” diyen Tarver’in bu duruşu bile, 27 Mayıs sonrasında Yassıada’da ‘Ermeni milletvekili’ olarak özel bir muameleye tabi tutulmasına engel olamadı. Muhterem Arkadaşlarım, memleket büyük bir felakete maruz kalmıştır. Bu vandalizmi işleyenler teşhis edilmiştir. Milli hayatımıza kasteden kuvvetin başka kisvelere bürünerek caniyane tasavvurlarının tahakkukuna uğraştığını görüyoruz. Binaenaleyh ilk vazifemiz bu kisveleri ortadan kaldırmak olmalıdır. Bunlar nedir?
HENÜZ BAZI GERİ KAFALI DİMAĞLARDA MEVCUT MÜSLİM-GAYRİMÜSLİM AYRILIĞI…
Bu felakete maruz kalan azınlığa karşı Sayın Başvekilimizin sempatisine, şahsen şahidim. Delillerini de verebilirim. Örfi idare ilan edilmiştir. Eminim ki bu Vandalizm’i işleyenlere, vazifelerinde tekâsül gösterenlere kanun müstahak oldukları cezayı verecektir ve mağdur olanlara, bilhassa küçük esnafa Devlet her nevi yardımı yapacaktır. Ancak saltanat ve halifelik devirlerinden kalma bir zihniyetin izleri mevcuttur. Bazı örümcek bağlamış kafalar, Türkiye Cumhuriyetinin laik bir devlet olduğunu henüz anlamamış bulunuyorlar. Artık bu memlekette dini faikıyetin değil ancak ve ancak istidat ve kabiliyet önünde bütün kapıların açık olduğunu daha görememiş olanlar vardır.
Din bir vicdan işidir (...) Türkiye’yi temsil eden bütün unsurlar şüphesiz ki, hepsi Türktür. Aynı eşit muameleye tabidir (...) Memleketimizde yaşayan ufacık gayrimüslim azınlık mukadderatını bu memleketin mukadderatına bağlamış, bu memleketin iyiliğine candan sevinen ve maazallah felaketine de samimiyetle üzülen insanlardan mürekkeptir. Asırlardan beridir Türkiye’de yaşayan Ermeni azınlığın ifa edegeldikleri hizmetler cümlenin malumudur (...) Dosta ve düşmana karşı bizleri utandıracak olan son Vandalizm’i gösterileri dolayısıyla azınlıkların bu samimi duygularını bu kürsüden belirtme memleketin yüksek menfaatlerine uygun olacağı kanaatindeyim. Allah bu memleketi korusun.
‘YASSIADA CEHENNEMİ’NDEN NOTLAR
HASAN EMRE OKTAY
O dönem herkes sinmiş vaziyette, herkes korkuyor, “Aman başıma bir şey gelmesin” diye. Bizim akrabalarımız evimize gelmediler. Dayılar, halalar, teyzeler korkularından bize selam bile vermediler. Çok korkunç bir ortamdı. Zakar Bey’den 11 gün sonra 30 Eylül’de babam Faruk Oktay öldü. Yassıada çok kötü olayların yaşandığı bir cehennem. 27 Mayıs darbesi dendiği zaman herkesin aklına üç infaz gelir, halbuki Yassıada’da on kişi öldü. Yassıada’nın bir komutanı var, Yarbay Tarık Güryay. Nazi esir kampındaki gestapolardan farkı olmayan bir adam. Gazeteci Turan Dilligil o zaman bir kitap yazmıştı Tarık Güryay hakkında, adı ‘Allahsız Gardiyan’dı.
Emekli psikolog H. Emre Oktay, 27 Mayıs darbesi öncesinde İstanbul Emniyet Müdürü olan Faruk Oktay’ın oğlu. Darbe yapıldığında, Faruk Oktay, Demokrat Parti yanlısı olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Zakar Tarver’in ölümünden 11 gün sonra, 30 Eylül 1960’ta, Faruk Oktay’ın ölüm haberi ailesine ulaştırıldı. H. Emre Oktay o sırada 12 yaşındaydı. Aile, darbenin yoğun baskı ortamında, bu acı olayın yasını dahi gerektiği gibi tutamadı. H. Emre Oktay’la, babasının ölümünü, ailesinin yaşadıklarını ve Zakar Tarver’i konuştuk. Onun yaşadıkları, Tarver ailesinin anlatılamayan hikâyesi hakkında da bir fikir veriyor.
CHP DÖNEMİNDE GAYRİMÜSLİMLER TEDİRGİNDİ
Demokrat Parti (DP) 1950’de iktidara geldi. DP’den önce Tek Parti dönemi vardı. Tek parti döneminde, gayrimüslimler ve iktidar, yani İnönü’nün Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) arasında bir gerginlik vardı. Varlık Vergisi çok sıkıntılar yaratmıştı, Yirmi Sınıf Askerlik vardı. Varlık Vergisi’ni veremeyenlerin borcuna önce faiz yükleniyor, daha sonra bu kişiler Aşkale’ye, çalışma kampına gönderiliyordu. Bir de Sirkeci’de çalışma kampı kurmuşlardı, oraya da gönderilenler oldu. Milli Şef İnönü, Almanların uygulamalarına özenmişti. Gayrimüslimlere silahlı eğitim yaptırmıyorlar, onları yol yapım işinde çalıştırıyorlardı. Demokrat Parti iktidara gelince, gayrimüslimlerle CHP arasındaki gerginlik ortadan kalktı. Meclis’te Musevi, Rum, Ermeni milletvekilleri görmeye başladık. Zakar Tarver de bunlardan biriydi. 1950’de DP iktidara gelince azınlıklarla ilişkiler normalleşti.
BABAMI ALMAYA TANKLA GELDİLER
27 Mayıs darbesi yapıldığı zaman babam İstanbul Emniyet Müdürü’ydü. O dönem Nişantaşı Valikonağı Caddesi’ndeki Hayat Apartmanı’nda oturuyorduk. Evin önüne, üzerinde bir top olan tank ve tam teçhizatlı iki cemse (askeri kamyon) asker geldi. Cemsenin projektörleri yandı, askerler evi çevirdiler. Evde ben, ağabeyim, annem ve babam var. Ben 12 yaşındayım, ağabeyim 14 yaşında; yani öyle tankla, topla, iki kamyon askerle gelmeyi gerektirecek bir durum yok. Sanki babamın milis kuvvetleri varmış gibi geldiler. Birden böyle bir baskın olunca çok korktuk tabii. Tankın topu evimizin camına çevrildi, o kadar çok askeri görünce şok olduk. Eve iki asker geldi, “Beyefendiyi karargâha götüreceğiz” dediler. Babam üzerini değişti, götürdüler.
İLAÇLARINI VERMEDİLER
Babamı Davutpaşa Kışlası’na götürmüşler. Düzenli almak zorunda olduğu ilaçlar vardı. Tansiyon ve kalp hastasıydı. İlaçlarını annem, ağabeyime verdi babama götürmesi için. Ağabeyim kışladan döndü bembeyaz bir suratla. “Ne oldu?” diye sordu annem. Genç bir subay eline vurmuş, ilaçları yere atmış, “Burası hastane mi? Defol git!” demiş. Şimdi Balyoz’da, Ergenekon’da tutuklananlar GATA’ya gidiyorlar, çok iyi şartlar altındalar. Ondan sonra babamı Yassıada’ya götürdüler. 500’den fazla kişi götürülmüş adaya, ve Zakar Tarver, Başbakan Menderes, bakanlar, diğer milletvekilleri, bürokratlar, inanılmaz kötü bir muameleye maruz kalmışlar.
HERKESİ SUSTURDULAR
İlk ölen, İçişleri Bakanı Namık Gedik oldu. Darbeden üç gün sonra, henüz adaya götürülmeden, Harp Okulu’nda öldü. “İntihar etti” dendi. 19 Eylül’de Yassıada’dan haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Nasıl öldü peki? “Kalp krizi”nden öldü dendi. Rapor falan yok tabii ortada. O döneme ait kayıt, evrak yok. Olamaz da zaten, her şeyi toplayıp el koydular.
TEDBİRLER KANUNU VARDI.
O dönem herkes sinmiş vaziyette, herkes korkuyor, “Aman başıma birşey gelmesin” diye. Bizim akrabalarımız evimize gelmediler. Dayılar, halalar, teyzeler korkularından bize selam bile vermediler. Çok korkunç bir ortamdı. Zakar Bey’den 11 gün sonra 30 Eylül’de babam Faruk Oktay öldü. Yassıada çok kötü olayların yaşandığı bir cehennem. 27 Mayıs darbesi dendiği zaman herkesin aklına üç infaz gelir, halbuki Yassıada’da on kişi öldü. Yassıada’nın bir komutanı var, Yarbay Tarık Güryay. Nazi esir kampındaki gestapolardan farkı olmayan bir adam. Gazeteci Turan Dilligil o zaman bir kitap yazmıştı Tarık Güryay hakkında, adı ‘Allahsız Gardiyan’dı.
KİM BİLİR NELER YAPTILAR?
İstanbul Sıkıyönetim Komutanı darbecilerle birleşti. Ankara Sıkıyönetim Komutanı bunu yapmayı reddedince canına okudular Yassıada’da. Daha sonra babamın yanında kalan arkadaşlarından öğrendik, Yassıada’da Bizans döneminden kalma zindanlar varmış, bu zindanları kullanmışlar. Biz 2009 yılında adaya gittik. Zindanlar karşılıklı hücreler şeklinde, her hücre iki metreye iki metre genişliğinde. Ayağa kalkamazsınız, yere oturamazsınız. Yerde çamur ve su var.Bu zindanda babamı üç gün tutmuşlar. 16 Haziran 1960’ta Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyesi Lütfü Saylan öldü. Onun için de kalp krizi dediler. Kim bilir ne yaptılar adama. Kimse bilmiyor ki o zaman adada ne olup bitttiğini... Adanın etrafı tel örgülerle, askerle, gemilerle çevrili. O zaman hak arama diye bir şey yok. Biri gidip “Ne oluyor?” falan dese onu da tutuklarlar.
İnsan haklarının 27 Mayıs’taki kadar yok sayıldığı bir dönem olmamıştır. 27 Mayıs bir afet. Zaten bütün darbelerin temelinde o var. Çünkü 27 Mayıs çok kolay yapıldı ve yapanlar ceza görmediler. Yüz buldular, sonra darbeler başladı.1961’de Askeri Nizamname’yi kanuna çevirdiler, iç hizmet kanunu yaptılar. Nizamnamenin “Askerin görevi Cumhuriyeti kollamak, korumaktır” şeklindeki 35. maddesini kanunlaştırdılar ve buna dayanarak sürekli darbe yaptılar. 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan haricinde, 15’e yakın darbe teşebbüsü var.
50 KELİMELİK MEKTUPLAR
Tedbirler Kanunu vardı. 27 Mayıs aleyhinde imada bile bulunsanız, DP’yi övseniz beş yıl hapis cezası alıyordunuz. Herkesi susturmayı başardılar. O dönem darbeciler aleyhinde biri bir haber yapsa öldürürlerdi hemen. Alır götürürlerdi, bir daha da haber alamazdınız. Çok zalimdiler. Askere göre Demokrat Partili olmak demek vatan haini olmak demekti. Biz evimizdeki fotoğrafları bile yırttık. Sürekli baskın yaptılar. Celal Bayar’ın bile birçok evrakı kayboldu o dönem. Yassıada’ya yazılan mektuplar en fazla 50 kelimelik olabiliyordu, daha fazlasına izin yoktu. “Nasılsın, iyi misin, kazağa ihtiyacın var mı?”  sadece bu kadar yazabiliyorduk.
CENAZEYİ VERİRKEN DALGA GEÇTİLER
Babam tutuklandıktan dört ay sonra, 30 Eylül’de bir telefon geldi, annem açtı. “Kocanız öldü, cesedini Kasımpaşa Deniz Hastanesi morguna gönderdik, oradan alın” demişler. Bu kadar! Ne oldu, nasıl öldü, bir bilgi veren, açıklama yapan yok. Ağabeyim cenazeyi almak için hastaneye gitti. Hastanede iki subay gelmiş yanına, ilgili bir şekilde yaklaşmışlar. Ağabeyim “Faruk Oktay’ın cenazesini alacağım” demiş. “Hangi Faruk?” diye sormuş subaylar. Faruk adında bir subay ölmüş o günlerde, o zannediyorlar. Yassıada’da ölen Faruk Oktay olduğunu öğrenince dalga geçerek gidiyorlar. Cenazeyi ağabeyime iki er teslim ediyor.
Babamın göğsünde kocaman bir yara varmış. Yassıada’da kalan İstanbul Eski Valisi Ethem Yetkiner, “Hamama gittik, Faruk Oktay’ın vücudundaki yaraları görünce şaşkına döndük” diyor. Dövmüşler babamı. O dönem 28 Nisan olayları vardı. Öğrencileri sokağa döktüler. Öğrenciler her yana saldırdı. Sonra yüzlerce öğrenci öldü diye dedikodular çıkardılar. Güya öğrencilerin ölülerini kuyulara atmışlar, Et ve Balık Kurumu’nun buzluklarına atmışlar, kıyma makinalarından geçirip Konya asfaltının altına saklamışlar! Buna çocuklar bile güler fakat o zaman aydın geçinen insanlar inanıyorlardı.
SAHTE HÜRRİYET ŞEHİTLERİ
Babama adadaki sorgusunda “Ölüler nerde?” diye soruyorlar. Babam da “Hangi ölüler?” diyor. 28 Nisan’da Beyazıt’ta çıkan olaylarda sadece iki kişi ölmüş. Biri, tank üstünde slogan atan Nedim Özpolat; tank hareket edince, tankın altında kalarak ölüyor. Diğeri de Turan Emeksiz; nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla hayatını kaybediyor. Kurşun sekmiş, belli, çünkü Emeksiz’in vücudundan çıkan kurşun eğri. Yani kaza sonucu ölmüş. Sonra adını bir vapura verdiler Emeksiz’in.
Babama diyorlar ki, “Celal Bayar, Adnan Menderes sana ateş et emri verdi, öğrenciler öldü. Nerede ölüleri?” Babam, “Nerede bu öğrencilerin aileleri? Ölü falan yok. Bize kimse ateş emri vermedi, biz de ateş etmedik” diye cevap veriyor. Darbeden sonra ‘hürriyet şehidi’ diye beş kişiye daha merasim yaptılar. Onlar kim biliyor musunuz? Biri, darbeci subaylardan, Radyoevi’nin önünde, darbe yapılırken ölen İhsan Kalmaz. Onun adını da bir vapura verdiler. Bir başka ‘hürriyet şehidi’ de yanına çocuğunu almış, darbe oldu diye sevinirken askerler ateş ediyor, çocuğu ölüyor. Demokrat Partililer öldürmüş gibi tören yapıyorlar. Babama yöneltilen suçlama bu. “Söyle, ölüler nerde?” diyerek dövüyorlar babamı. Zaten ilaçlarını da vermemişlerdi. Babamı kaybetmemiz böyle oldu.
AĞABEYİM ÜZÜNTÜDEN VEREM OLDU
Babam öldükten sonra annem hayata küstü, hep yas tuttu. Sadece bizim için, çocukları için yaşadı. Ağabeyim Ömer, üzüntüden verem oldu. Bir gün bembeyaz oldu, baktık kan kusuyor. Ertesi gün doktora gittik, üçüncü dereceden verem olmuş. Bir sene yatmak zorunda kaldı. Annem çok ilgilendi, o kurtardı ağabeyimin hayatını. Ben psikolojik travma geçirdim. Yan binadaki CHP’liler babam hapiste diye alay ettiler benimle. Ben de çocuğum, susmadım; ‘Babamın bir suçu yok’ deyince beni dövdüler. (EE) - ((Bu yazı ve söyleşi Agos'un 10 Haziran 2011 tarihli sayısında yayımlanmıştır.))
***
NOT:1,
27 Mayıs 1960 "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" Utancı, Aleni Düşmanlık, Kirli Tahrik “Hakkaniyet, Adalet, Hukuk ve Demokrasiye Karşı İşlenmiş ve Fakat Hesabı Sorulmamış Ağır Bir İnsanlık Suçu’nun Tarihi Yüzkarası"; 12 Eylül, Milli Direnişi ve Meşru Refleksi; Hukuki Müdahalesi Tarafından "Şerefle, Tam Bir Onur ve Sorumlulukla" Kaldırıldı
NOT:2,
Yaman bir çelişki, müthiş bir ironi! Bütün 27 Mayıs'çılar 12 Eylül karşıtı. Çünkü 27 Mayıs bedhahların kalkışması; 12 Eylül ise, hukuki ve ahlâki emir-kademe zincirine uygun olarak yapılan vatana ihanet, terör ve tedhişe karşı milli refleks, yasal direniş ve meşru müdahaledir.
NOT:3,
Yaşayan Demokrat Partililerin yıllardır sürdürdüğü “27 Mayıs kalkışma, dış güdümlü başkaldırı ve isyan hareketi; Hak, Adalet ve Hukuk dışı (gayrimeşru) tasallut ve cinayet cuntası Yargılansın” ve “Türkiye Cumhuriyeti bir öz eleştiri; Bütün hükümetleri sorgulama; hesaplaşma ve yüzleşme Kurultayı yapsın” istemi hiçbir iktidar tarafından önemsenmemiş ve ciddiye alınmamıştır. Oysa bu, tarihi, hayati ve zorunlu bir gerekliliktir.