18 Eylül 2015 Cuma

MERKEZ SAĞ'IN ZEVALİ; "Ahlâksız Teklif" ve DP, Fahrettin ŞANAL (Konya)

 “Ahlâksız Teklif” 
         ve DP!
Fahrettin ŞANAL (*)
22.7.2007 Genel Seçimleri öncesinde 11.6.2007 tarihinde  “Dedemin Demokrat Partisi DP’nin İflası” başlıklı bir yazı yazmışız. Yazımızı “Ama esas üzüldüğüm, ülke zor durumda iken Özal’ın ANAP’ını, Demirel’in DYP’sini kapatıp Menderes’in DP’sinde birleşecekleri vaadiyle ortaya çıkan, ancak kişisel çıkarlarını ülke çıkarlarından önde tuttukları anlaşılan, siyasi beceriksizlerin yüzünden dedemin “Demir Kırat Partisi” DP’nin iflas etmesi, Merkez Sağın yok olması. Sebep olanlara yazıklar olsun.” diyerek bitirmişiz.
Neden böyle bir giriş yaptık? Cumhuriyet gazetesinde çıkan “Ahlaksız Teklif” başlıklı haberi görünce bugün Merkez Sağ üzerine bir yazı yazalım, istedik. Gerçi teklif DP Genel Başkanı tarafından yalanlandı.
Haber şöyleydi;  “AKP, DP’ye borçları karşılığında partiyi satın almayı önerdi. Görüşmelerde anlaşılması durumunda partinin borçları ödenerek yönetimi AKP’nin eline geçecek. Ancak bu alışveriş AKP’nin kendi kasasından DP’nin borçlarını ödemesi yoluyla değil başka formüllerle gerçekleştirilecek. DP’den genel başkan Uysal ile 1 ya da 2 ismin de milletvekili listesine konabileceği belirtiliyor. DP, 7 Haziran seçimlerinde Türkiye genelinde 76 bin oy almıştı. AKP’nin amacının yalnızca bu 76 bin oyu değil aynı zamanda DP ismini de ele geçirmek olduğu kulislerde konuşuluyor.
Partinin elinde malvarlığı olarak, Turgut Özal tarafından yaptırılan Balgat’taki eski ANAP Genel Merkezi bulunuyor.”
Şu işe bakar mısınız Dedemin Demir Kırat Partisi DP ne durumlara düşürüldü!? Aslında ülkenin bunca meselesi var iken DP’yi yazmak sizlere abes gelebilir. Ancak unutmayalım Uzlaşmacı Milliyetçi Muhafazakâr bir Merkez Sağ Partinin Mecliste olmamasının ceremesini millet olarak hepimiz çekmekteyiz.
Merkez Sağ Geleneğe şöyle bir göz atalım mı? Nereden nereye gelmiş, görelim. 1991 Genel Seçimleri Anavatan Partisi (ANAP) % 24.01 Doğru Yol Partisi (DYP) % 27.03 Toplam: %51.04 1995 Genel Seçimleri ANAP % 19.65 DYP % 19.18 Toplam: % 38.83  1999 Genel Seçimleri ANAP % 13.22 DYP %12.01 Toplam: % 25.23 2002 Genel Seçimleri ANAP % 5.12 DYP % 9.54 Toplam: % 14.66
Bu iki parti 27 Mayıs 2007 tarihinde DP adı altında birleşme kararı aldılar. Fakat resmen birleşme ancak 31 Ekim 2009 tarihinde gerçekleşti. Şimdi de DP’nin aldığı seçim sonuçlarına bakalım mı? 2007 % 5.42 (ANAP bu seçime katılmadı) 2011 % 0.65 (Binde 65) 2015 % % 0.16 (Binde 16) 75.733 oy!
Kusurumuza bakmayın bir sürü rakamlar verdik ama başka türlü de Merkez Sağın yok (!) edilişini izah etmek mümkün değildi. Gerçi son seçimlerde DP “Başka bir Türkiye mümkün” sloganıyla yola çıkmıştı. Başarılı olamadığı gibi oylarını 278 Binden 76 Bine düşürdü. Ve de çok ilginçtir Genel Başkanı İSTİFA etmedi!
Düşünebiliyor musunuz Tansu Çiller 2002 seçimlerinde partisi DYP sadece Binde 46 oy eksiğiyle Seçim Barajı altında kaldı diye İSTİFA etmişti. Süleyman Soylu ise DP’nin oyları 2009 Mahalli Seçimlerinde % 3,5 a düştü diye İSTİFA etmişti.
Bütün bu hengâmeye, merkez sağın bu durumlara düşürülmesine rağmen biz DP’nin tabelasının bile % 10 edeceğine inananlardanız. Şimdi diyebilirsiniz, tabelası bile %10 edecek parti niçin (%0.16) binde on altılarda sürünüyor. Bunun ayıbı vatandaşta veya partililerde aranamaz herhalde! Sorumlu Genel Müdürler pardon Genel Başkanlar, değil midir?
Bizim kişilerle bir derdimiz olamaz. Ancak ülke meseleleri söz konusu olunca elbette kişilerin işlediği kusurları görmek zorundayız. Burada da sorgulanması gereken Merkez Sağ Partileri bu duruma düşürenler olmalıdır. Ülkemizin her zamankinden daha çok şimdi yeni bir oluşuma, uzlaşmacı bir Merkez Sağ partiye ihtiyacı var.
Belli ki 1 Kasım Seçim Sonuçları yeni oluşumlara yol açacak. Onun için son olarak Merkez Sağ oylar Milli Meselelere çözüm bulacak “saf” rolü oynamayanlara gidecek gibi görünüyor. 1 Kasımdan sonra Allah Kerim.

16 Eylül 2015 Çarşamba

Hasan POLATLAN ile Fatin Rüştü ZORLU "haksız ve adaletsiz, nâhak yere" ALÇAKÇA VE HUNHARCA İdam Edildiler, 16 Eylül 1961

Yargı muktedirin intikam aracı olursa!..

54 YIL ÖNCE BU GÜN;
Hasan POLATLAN ile Fatin Rüştü ZORLU Alçakça ve Hunharca Canlarına Kıyılarak Şehid Edildiler!...
Yassı Ada Mahkemeleri, bağımsızlığını kaybeden yargının iktidarın elinde nasıl intikam aracı olabileceğinin en acı örneklerindendir. Ancak, ne tarih ne de mazlumlar zalimlerin yakasını bıraktı. Bakan Hasan Polatkan’ın yeğeni, kararların yok sayılıp cinayeti işleyenlerin cezalandırılmasını istiyor.
16-17 Eylül 1961’in üzerinden tam 54 yıl geçti. 
Yeni nesil 27 Mayıs’ı  ve 16 ay geçtikten sonra idam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı yakından tanımayabilir. Oysa bir başbakan ve iki bakanın idam sehpasında can vermesi siyasi tarihimizin en acı olaylarından biridir. Yassıada, yargının muktedirlerin elinde nasıl bir kılıç olabileceğinin hazin öyküsüdür. 27 Mayıs, sonraki askerî ve sivil darbeler için bir model. Darbeciler ilk iş olarak anayasayı askıya aldılar ve evrensel hukuk kurallarını çiğneyerek proje mahkemeler kurdular. Darbecilere bağlılığını bildiren hâkim ve savcılar proje mahkemede görevlendirildi. Yargı, devleti ele geçirmiş bir avuç cuntanın elinde kılıçtı artık. İşkencenin bini bir paraydı. Bizans’tan kalma hücrelere kapatıldı yaşlı başlı insanlar. Dövüldüler, hakarete uğradılar! Duruşmalar tam bir komediydi. Menderes ve arkadaşlarının idam edildiği 15-16 Eylül’de (1961) ise zulüm zirveye ulaştı.
Yassıada Mahkemesi’nin kararlarının tartışılması hiç bitmedi. Hukukçular mahkemenin istisnai bir mahkeme olmasına dikkat çekiyor. Eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, “Kararların adil olduğu düşünülemez.” diyor. Mazlumların yakınları ise hak arama mücadelesini sürdürüyor. İdam edilen Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın yeğeni Hasan Hayri Bilir, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yaptı. Yassıada kararlarının yok sayılmasını, 27 Mayısçıların 12 Eylülcüler gibi yargı önüne çıkartılmasını ve haksız edinimlerine el konmasını istiyor. Peki, 16-17 Eylül’de neler yaşanmıştı?
Yassıada’da 9 ay boyunca 20’ye yakın davada kendini savunmaya çalışan Demokrat Partililer ile ilgili karar 15 Eylül’de açıklandı. Proje mahkeme; Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan, eski TBMM Başkanı Refik Koraltan başta olmak üzere 15 sanık hakkında idam kararı verdi.
15 Eylül Cuma sabahı, Yassı ada vakarlı bir sükûn içinde canlandı. 
Ortalık henüz ışımaya başlarken o güne kadar benzeri hiç duyulmamış bir olayla karşılaşıldı. Büyük bir vecd içinde ezan okuyan tatlı ve gür bir ses, adanın mütevekkil sakinlerini uyandırdı. Adada ramazanda kendi koğuşlarında Kur’an okunmasına bile izin vermeyen ve bunun nöbetçileri etkilemek için başvurulan bir tertip olduğunu iddia eden ada komutanı Tarık Güryay için bu beklenmedik ezan okuma olayı disiplin bozucu ağır bir suçtu şüphesiz. Ama artık çok kritik bir güne gelinmiş, hiçbir endişe ve korku kalmamıştı. Tahsilini El Ezher’de tamamlamış Konya Milletvekili Mustafa Rünyon, bu baskı çemberini kırmış, yanık ve lahuti sesiyle ezan-ı Muhammediyi okumuştu. Heyecan içinde hücrelerinden kalkan Yassıada sakinleri tam bir tevekkül ve teslimiyet içindeydi. Her koğuştaki insanlar birbirleriyle kucaklaşıp helalleşti.
Her şey planlanmıştı. Demokratlar plan gereğince on beşer kişilik gruplara ayrılmış, her grubun teker teker huzura alınıp kararların okunması öngörülmüştü. Bu gruplar birbirini izleyen kuyruk dizisi hâlinde, değişik bir güzergâhtan geçirilerek arka tarafta saf bağlatılmıştı. Ada semalarında uçan jetler, biraz açığa demirleyen gemiler olağanüstü tedbirlerdendi! Uzun bekleyişten sonra gruplar birer birer mahkeme huzuruna alınmaya başladı. İlk grupta Celal Bayar, TBMM Başkanı, yardımcıları ile hükümeti teşkil eden bakanlar yer almıştı. Adnan Menderes ise o sabah ağır bir ilaç komasında bulunduğu için mahkemeye getirilmemişti. Menderes’in idam kararı gıyabında okundu.
Hâkimlerin gözleri yere eğikti!
Mahkeme korkunç bir sessizlik içindeydi. Salim Başol ve arkadaşları ayakta, gözleri yere eğik, yüzleri kasılmıştı. Hiçbiri başını kaldırıp kurbanlarının yüzüne bakamadı. Tribünlerden her zaman yaptıkları gibi ne yuh sesi ne de alaycı ifadeler duyuluyordu. Her grup mahkeme salonuna alınıp kararları yüzlerine karşı okunduktan sonra dışarı çıkarıldı. Ölüme veya müebbede mahkûm edilenler ayrıldı ve bileklerine yeni yaptırılmış kelepçeler vuruldu. Bunlar iskelenin iki yanına yanaşmış hücumbota götürüldü. 15 kişi idama, 43 kişi ise müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahkûmların göğüslerine birer fotoğrafı ile mahkûmiyet kartı iliştirilmişti. Bunlar önceden hazırlanmıştı. Gemi İmralı’ya doğru yol alırken kelepçeli ellere birer paket yiyecek kumanyası verildi. Sonra bir görevli herkesin mendillerini çıkarmasını istedi. Masa üzerine yayılan mendillere üzerlerinde bulunan saat, çakmak, cüzdan ne varsa konulup düğümlendi. Elleri arkalarına kelepçeli idam mahkûmları iskeleye çıkarılınca her birinin koluna hemen iki gardiyan girdi. Binanın zemin katında içinde yatak ve karyolalar bulunan genişçe bir bölüme alındılar. Herkes bir yatağın üzerine çöktü. Gece yarısına kadar ellerindeki kelepçe çözülmedi. Yataklara yattılar. İmralı’da daha karardan önce çukurlar açılmıştı.
15 Eylül’ü 16’ya bağlayan gece yarısından biraz sonra gürültüler başladı. Ada komutanı Tarık Güryay ve bazı subaylar alkollü bir şekilde kahkahalar savurarak koğuşa geldi. Sabah bu aşırı sevinç çığlıklarının Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam törenine katılmış olmalarından ileri geldiği öğrenildi.
17 Eylül sabahı Menderes’in odasına biri profesör iki doktor ve ada komutanı girdi. Doktorlar Menderes’i son kez muayene etti. Bu yalnızca bir muayene değildi. “Prostat muayenesi yapmayı unutmuşuz.” diyerek Menderes’in “İstirham ediyorum, yapmayın.” yalvarışına aldırış etmeden işkence yaptılar. Menderes, Yassıada’dan İmralı’ya götürüldü. Artık son yolculuğuna çıkıyordu. İmralı Adası’na indikten sonra iki askerin kolları arasında yürümeye başladı. İlk vardığı yer komutanın odası oldu. İdam kararı yüzüne okundu. Menderes’in dilinden “Allah milletimize zeval vermesin.” cümlesi döküldü. İdam sehpasına gitmeden önce hoca ile birkaç dakika konuştu. Sonrasında beyaz gömlek giydirildi. Ailesine ve milletine son sözleri ise şu oldu: “Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedî saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum.” Saatler 13.23’ü gösterdiği sırada Menderes’in sesi derinden son defa duyuldu. Güneşli havada birden bulutlar belirdi ve İmralı’nın o bölgesine mevzii bir yağmur boşandı. Menderes’in ölüm kararı bütün adli usul kuralları çiğnenerek bir oldubitti ile gündüz yerine getirilmişti.
‘Kararlar 
yok sayılsın’
27 Mayıs ve Yassıada’nın mağdurlarının hak arayışı ise 54 yıldır sürüyor. 1974’te DP’liler siyasi haklarına kavuştu. 1990’da rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal, İmralı’dan üç devlet adamının cenazesini alarak Anıt Mezar’a nakletti. Devlet Menderes ve arkadaşlarına itibarlarını iade etti. 2010 referandumundan sonra darbecilerin yargılanmasının önü açıldı. 16 Eylül’de idam edilen Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın yeğeni Hasan Serdar Bilir de 27 Mayısçılar hakkında 2013’te Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Savcılık soruşturma açtı. Ancak özel mahkemelerin kaldırılmasından sonra yeni savcı, zaman aşımı gerekçesiyle dosyaya takipsizlik kararı verdi. Hukuk yollarının tükenmesinden sonra Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapan Bilir, mahkemeden Yassıada kararlarının yok sayılmasını, şüpheliler hakkında cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılmasını istiyor. Dilekçede Bilir, “1990’da itibarlar iade edildiğinden Yassıada kararları fiilen yok hükmündedir ancak 2010 yılına değin anayasanın geçici 15. maddesi nedeni ile şüpheliler hakkında suç duyurusu yapılamamıştır. 27 Mayıs 1960 darbesini yapanlar da 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar gibi yargılanmalıdır. Şüpheliler hakkında cezalandırılma istemi ile kamu davası açılmasını ve gerekli işlemlerin yapılarak yasa dışı iş ve bu eylemlerden kendilerine sağladıkları maddi ve manevi edinimleri var ise kamu yararına el konulmasını istiyorum.” diyor.
Bilir, bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenlerle ihlal edildiğini ise şöyle izah ediyor: “Suç konusu eylem, darbe yaparak milletin seçtiği vekilleri silah zoruyla alıkoymak, Meclis’i feshetmek, darp, yağma ve işkence gibi insanlık suçu işlemektir. İhtilal günü babam Prof. Dr. Servet Bilir elleri kelepçelenerek yaka paça götürülmüştür. Babam 11. dönem Bolu milletvekilidir. Yassıada’da seçim bölgesi olan Bolu’dan almış olduğu yüksek oy oranı ile sorgulanmış, beş yıl ağır hapis cezasına çarptırılmış, Yassıada ve Kayseri’de iki buçuk yıl hapsedilmiştir.  Dayım Hasan Polatkan da idam edilmiştir. Her ikisinin de sorgulamaları ve suçlanmaları tamamen siyasi saiklerle olmuştur, ortada bir suç yoktur. Ailemizden yemek, cellat, kefen ile darağacındaki ipin parası tahsil edilmiştir.  Hasan Polatkan ve Servet Bilir, darbe yapanlar tarafından silah zoruyla alıkonulmuş, malları yağmalanmış, aylarca Yassıada’da alıkonuldukları hücrelerde çeşitli işkencelere maruz kalmışlardır. Babam zaruri olan tuvalet ihtiyacını başında bir nöbetçi olduğu hâlde tuvaletin kapısı açık olarak gidermiştir. Dayım Hasan Polatkan, elinde sigara söndürülmek ve içinde buzlu su bulunan havuzda yarı çıplak bekletilmek suretiyle saatlerce işkenceye maruz kalmıştır. Annem Prof. Dr. Şule Bilir ve kardeşimle zaruret içinde bırakıldık. İhtilalde iki buçuk aylıktım. Babam tahliye edildikten sonra bir süre babamı kabullenemedim. Bunların tamamı insanlık suçudur. Şüpheliler hakkında cezalandırılmalarına karar verilmesi ve kamu  davası açılması talebiyle karara itiraz ediyorum.”
Hasan Hayri Bilir, AK Parti’nin seçim meydanlarında Menderes’i ve 27 Mayıs’ı istismar ettiğini de söylüyor. “Eğer gerçekten Adnan Menderes’e sahip çıksalardı, AK Parti bu davanın takipçisi olurdu.” diyor. Yassıada’nın da 27 Mayıs darbesi hatıralarıyla gelecek nesillere ibretlik bir müze olarak kalması gerektiğini belirten Bilir, “Ne acıdır ki Demokrat Parti’nin devamı olduğunu söyleyen AK Parti hükümeti döneminde Yassıada müze olmak yerine oteller yapılarak ranta kurban edilmek isteniyor. 500’den fazla insanın yargılandığı bu yerin eğlence merkezine dönüşmesi saygısızlık olmuyor mu?” tepkisini dile getiriyor. Meydanlarda “Cebimizde kefenle geziyoruz” diyenlerin samimi olmadığını ifade eden Bilir, “Maalesef Menderes’i meydanlarda istismar edenlerin demokratlıkla hiçbir alakası yok!” diye konuşuyor. Prof. Hikmet Sami Türk(*):
MAHKEME TABİİ HÂKİM İLKESİNE AYKIRIYDI
Yassıada Mahkemesi istisnaidir. Tabii hâkim ilkesine aykırıdır, ihtilâl sonrası kurulmuştur. Adil olduğunu söylemek mümkün değildir. Darbe olan her ülkede yargı gerçek anlamı ile işlememiştir ve gerçek görevini yapamamıştır. Nitekim Salim Başol, yapılan itirazlara, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!” diye cevap vermiştir. 27 Mayıs öncesi Yassıada Mahkemesi veya Yüksek Adalet Divanı yoktu. Tabii hâkim ilkesi şudur: Her suçun cezası bellidir, yargılayacak mahkemesi de bellidir. Milletvekilleri Meclis’teki konuşmalardan sorumlu değildir. Cumhurbaşkanı ancak vatana ihanetle yargılanabilir. Bu mahkemelerde cumhurbaşkanı yargılanmış, başbakan ve iki bakan idam edilmiş, 400 milletvekili çeşitli cezalara çarptırılabilmiştir. Bugünkü Sulh Ceza Hâkimlikleri de istisnai mahkemelerdir ve tabii hâkim ilkesine aykırıdır. Yargılamaları tartışma konusu olacaktır. 
(*) Eski Adalet Bakanı // (AKSİYON, İdris Gürsoy - 15 Eylül 2015) 

DP Genel Başkanı "ahlâksız teklif" İddialarına Cevap Verdi!..

DP Genel Başkanı "ahlâksız teklif" İddialarına Cevap Verdi!..
Genel Başkan Gültekin Uysal, Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan "asılsız ve ahlaksız iddialar" hakkında bir basın toplantısı düzenledi.
(15 Eylül 2015 Salı)
“Kendilerinin “Ahlaksız teklif” şeklinde dile getirdikleri iftira haber, ahlaksız bir yakıştırmadan ibarettir”, “Manşette yer alan yazılar bütünü, haberden öte bir iftira, karalama ve köklü geleneği olan bir partiyi zan altında bırakma gayretidir”, “Demokrat Parti, marabasıyla satılık bir köy değildir", “Günlük heves ve ihtiraslarla, siyasi bir takım hesaplarla, 1946’dan bu yana mücadelesi demokrasi olan, hürriyet olan Demokrat Parti’nin yönünün değiştirilebilme imkanı yoktur”
“Demokrat Parti’nin sahibi millettir”
 (DP Basın Merkezi – 15 Eylül 2015) Genel Başkanımız Gültekin Uysal, Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan asılsız iddialar hakkında bir basın toplantısı düzenledi. Uysal yaptığı açıklamada iddiaları kınayarak “Kendilerinin “Ahlaksız teklif” şeklinde dile getirdikleri iftira haber, ahlaksız bir yakıştırmadan ibarettir” dedi.
Genel Merkez’de düzenlenen basın toplantısında çirkin iftiraları değerlendiren Uysal, Demokrat Parti’nin satılık bir köy olmadığına da vurgu yaparak şunları söyledi:
 “Çok değerli dava arkadaşlarım, çok değerli basın mensupları; Bugünlerde böyle bir mesele ile alakalı açıklama yapıyor olmak en derin üzüntümüzdür. Türkiye’nin pek çok can alıcı meselesi varken, hain terör örgütünün saldırılarında her gün şehit haberleri alıyorken, ülkemiz etnik siyasete mahkum edilmek istenirken, bu can yakıcı meseleleri değerlendirmek amacıyla değil de, bugün karşılaştığımız haksız, mesnetsiz bir ithamla karşı karşıya kaldığımız için açıklama yapıyor olmak bizleri son derece üzmüştür.. Cumhuriyet Gazetesi, bugünkü yayınında “Ahlaksız teklif” diyerek partimizi ve AK Parti’yi, partimize yönelik olarak “olmayan bir teklifle” haber haline getirmiş ve maalesef ülkenin elzem meselelerinin önüne geçecek derecede bir gündem oluşturmuştur.
Cumhuriyet Gazetesi, kendi manşetlerinden kendi ilkelerini çiğnedi
Cumhuriyet Gazetesi, toplum yaşamına katıldığı 7 Mayıs 1924'te yayınladığı ilk sayısında, kurucusu Yunus Nadi'nin kalemiyle yayın ilke ve amaçlarını şu şekilde sıralamıştır; “Cumhuriyet, ne hükümet ne de parti gazetesidir. Cumhuriyet yalnız Cumhuriyet'in, bilimsel ve yaygın anlatımıyla demokrasinin savunucusudur. Cumhuriyet, demokrasi fikir ve esaslarını yıkmaya çalışan her kuvvete karşı mücadele edecektir. Ülkemizde her anlamıyla gerçek bir demokrasi kurulması için bütün varlığı ile çalışacaktır.”, “Haberlerde gerçeğe uygunluk esastır. Haberlerde gerçeğin tüm boyutlarına, karşıt görüş ve iddialara yer vermek zorunluluktur. İddiaların muhatabı olan kişi ve kurumlardan bilgi ve yanıt almak, alınamıyorsa bunu haberde belirtmek gereklidir. Farklı görüş ve değerlendirmeleri bilmenin temel bir okur hakkı olduğu unutulmamalıdır.” Bugün manşete çıktıkları, kendilerinin haber adını verdikleri yazılar bütünü ile açıkça bu ilkelerin çiğnendiği görülmektedir.
Partimizi zan altında bırakma gayreti
Manşette yer alan yazılar bütünü, haberden öte bir iftira, karalama ve köklü geleneği olan bir partiyi zan altında bırakma gayretidir. Demokrat Parti gibi geçmişinin kılavuzluğunda bugünün Türkiye’sinde kurucu ruhu ve felsefesine dayanarak, cumhuriyetin kurucu değerlerini, yeniden millete söyletmek için çaba sarf eden bir partiye, Türk demokrasisinin dayanak noktası olmuş bir geleneğe yapılan bu iftiraları, bu mesnetsiz yakıştırmaları reddediyoruz. “Kendilerinin “Ahlaksız teklif” sözde haber haline getirdikleri iftira, ahlaksız bir yakıştırmadan ibarettir.” Bu “sözde”  haberi yapmak, olmayan bir teklife ahlaksız demekten daha ahlaksızcadır. 
Demokrat Parti, “marabasıyla satılık bir köy değil”dir
Demokrat Parti, amiyane tabiriyle marabasıyla satılık bir köy değildir. Türkiye’de demokrasinin, kalkınmanın, milli iradenin amentüsünü yazmış ve icra etmiş büyük bir harekettir. Bu ahlaksız yakıştırma, Anadolu’da bu partiyi yaşatan, kuran ve bugün de gözyaşı, dua ve alın teriyle yaşatmaya devam eden hürriyetçi demokrat dava adamlarına hakarettir.
Demokrat Parti, kendi kurullarıyla, kurulduğu günden bugüne ve son olarak da 29 Ağustos’ta gerçekleştirilen Genel İdare Kurulu Toplantısı’nda 1 Kasım 2015 tarihinde gerçekleşecek erken seçimlere katılma kararı almıştır. Partimiz, bütün kurumlarıyla ve bütün teşkilatlarıyla bu seçimlere hazırlanmak adına kararlı bir mücadele vermektedir.
Uzlaşmacı bir kültürden geliyoruz
Demokrat geleneğin Demokrasi pratiği içerisinde tek başına iktidar olunamayan dönemlerde uzlaşmacı bir kültürün yansıması olarak hükümetler, koalisyon hükümetleri kurulmuştur. Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi'nin Demokrat Parti adıyla cismanileştiği bir hareket olarak, bugün de Türkiye’nin can alıcı meselelerine, milletin sesi olmak hüsnü niyetiyle mücadele verilmektedir. “Milletin sesi” olmuş “Yeter! Söz milletindir” diyerek yola çıkmış olan Demokrat gelenek, seçimler öncesinde meşru yollar, aktörler ve kurumlar vasıtası ile hayat bulacak somut teklifleri, milletin, partililerin, seçmenlerin yetkilendirdiği yetkili kurumlarında değerlendirebileceğini birçok defa ifade etmiştir.
İsnat edilen teklif hiçbir şekilde vuku bulmamıştır
Ancak bu “ahlaksız yakıştırma”da yer alan, partimize isnat edilen teklif hiçbir şekilde vuku bulmamıştır. Demokrat Parti’nin borçları dolayısıyla mevzu bahis edilerek aktarılan mesele hali hazırda maddi varlığının yüzde 1’ine tekabül edemeyecek ölçüdedir.
Kendi siyasetimizi finanse edebilmekteyiz
Demokrat Parti, hem kendi kaynakları hem de gönüllü bağışlarla kendi siyasetini finanse edecek haldedir. Bugüne kadar ulaşmış bir teklif söz konusu değildir. Seçim öncesi yalnız partimiz değil, Meclis’te grupları bulunan ve bulunmayan partiler zaman zaman işbirliği arama yoluna gitmişlerdir. Bu manada bu zamana kadar partimize ulaşmış somut, partinin yetkili kurullarında değerlendirebilecek bir teklif gelmemiştir. Bu seçim döneminde sadece Demokrat Parti ile ilgili değil diğer partilerle ilgili de medya organlarında herkesin kendi misyon ve değer ölçüleri doğrultusunda yakınlıkları noktasında farklı yakınlaşmaların olabileceği ihtimalleri yazılıp çizilmektedir.
Partimizin yönü hürriyettir, demokrasidir
Günlük heves ve ihtiraslarla, siyasi bir takım hesaplarla, 1946’dan bu yana mücadelesi demokrasi olan, hürriyet olan Demokrat Parti’nin yönünün değiştirilebilme imkânı yoktur.
Kimsenin kazandıranı, kaybettireni olmayacağız.
Demokrat Parti, siyasetin altüst oluşu sonrasında kutuplaşmış iklim içerisinde stratejik oy kullanır hale gelinen bir dönemde “ne bir siyasi partinin kazandıranı, ne bir diğer siyasi partinin kaybettireni” olmayacaktır.
Kendini meşrulaştırmak isteyenler mirasımıza sarılmakta
Milletin gönlündeki yeri kanıtlanmış demokrat hareket, bu siyasi hareketin hizmetleri, değerleri, ismi, abide şahsiyetleri de dâhil olmak üzere, zaman içerisinde pek çok siyasi parti ve aktör tarafından da referans verilmeye kendilerini meşrulaştırmak için kullanmaya gayret edilmiştir. Demokrat Parti’nin sahibi, sözün sahibi Millettir. Siyasi partileri millet kurar ve onlar yaşatır. Demokrat Parti şahsi ihtiraslara, şahsi kavgalara konu olacak, bir kişinin ihtirasları, kişisel kavgaları neticesinde kurulmuş, aç-kapa yapılabilecek bir parti asla değildir.
Pazarlıklar değil Demokratlar
Demokrat Parti milletin sesi olmak için var olmuş, milletin vekilliğini netice bilmiş onurlu bir harekettir. Partililerimizi, yetkililerimizi milletin vekili yapacak olan pazarlıklar değil bugün bu hareketin yaşamasını sağlayan demokratlardır. Demokrat Parti’yi aldığı oy ile değerlendirmek mümkün değildir. Bugün Demokrat Parti’yi, Anadolu’nun geneline yayılmış teşkilatlarıyla ve inanmış insanlarıyla beraber sadece aldığı oy oranıyla değerlendirebilme imkanımız yoktur. Şimdilerde hedef alınması hala bulunduğu noktada Demokrat Parti’nin varlığının milletimizin gönlünde tekabül ettiği yerin de bir nevi teyididir. Bu açıdan bakıldığında sahip olduğu değer anlaşılacaktır.
İddiaları şiddetle reddediyoruz
Art niyetli bir ön kabulle yapılan bu “yakıştırma”yı, bu büyük geçmişi, bu büyük hizmet kervanını, bu büyük dava içerisinde hizmet eden bütün geçmişlerimizi ve bugün yaşatan bütün dava arkadaşlarımızı zan altında bırakacak bu haberleri şiddetle reddediyoruz. Türkiye’de demokrasinin bütün kural ve teamülleriyle yaşaması için mücadele etmesi, siyaseti, gazeteciliği, basın özgürlüğünü operasyonel bir kimlikten daha ziyade vatandaşın yararına, demokrasinin yararına görmesi gerekenlerin, vatandaşlarımızın zihinlerini bulandırılmaya çalışmasını kınıyoruz.”

15 Eylül 2015 Salı

CUMHURİYET Gazetesi ve ULUSAL HABER aynen böyle yazdı!..

Siyasette rezillik ve pislik; soylu usulü soysuzluk, AKP'den ahlâksız teklif

Ahlaksız teklif !?..
Görüşmelerde anlaşılması halinde Demokrat Parti (DP)’nin borçları ödenerek yönetimi (!) Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin eline geçecek. Demokrat Parti (DP)’den bir iki isim de seçimde Adalet (!) ve Kalkınma (?) Partisi (AKP) listesinden aday gösterilecek. 
(Cumhuriyet, Zaman Tüneli-15 Eylül 2015 Pazartesi)
LÂĞIM ÇUKURUNDA 
KİRLİ İTTİFAK
Kongredeki iç çekişmelerin ardından 1 Kasım 2015 tarihli Genel (tekrarlanan) Milletvekili seçimlerine var oluş sorunu olarak hazırlanan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Saadet Partisi (SP) ile uzun bir süredir sürdürdüğü ittifak görüşmelerinin yanı sıra, seçime katılma hakkı bulunan ve 76 bin oyu olan Demokrat Parti’yi (DP) borçları karşılığı satın almak(!) için harekete geçti.
SP ile ittifak
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu arasındaki en büyük krizin yaşandığı ve özellikle 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yakın isimlerin tasfiye edildiği kongre sonrası AKP’de seçime yönelik canhıraş bir çaba yaşanıyor. AKP, seçim hazırlıklarını 258 olan sandalye sayısını mutlaka 276’ya taşıyarak tek başına iktidar hedefiyle yürütüyor. Ancak şu ana kadar anketler, 7 Haziran’daki yüzde 41 olan oy oranının, tek başına iktidarı yakalayacak bir sıçrama olmadığını gösteriyor. Bu nedenle partide oy oranı artmasa bile sandalye sayısının nasıl artırılabileceğine ilişkin hesaplar üzerine yoğunlaşıldı. AKP, BBP ile 7 Haziran’da yaptığı ittifakla girdiği seçimden yüzde 2 oy alan SP ile ittifak için görüşmelerini sürdürüyor.
AKP, tek başına iktidar için 18 yeni sandalye kazanma hedefi için SP ile ittifak girişimleriyle yetinmedi. AKP kulislerine göre sürpriz bir girişim daha başladı. AKP’nin 1 Kasım hesapları içine DP de girdi. DP, halen Gültekin Uysal’ın genel başkanlığında faaliyetini sürdürüyor. 1950’de iktidar olan DP’nin ismini taşıyan parti, son olarak merkez sağın iki partisi ANAP ve DYP’nin de çatısında birleştiği parti olmuştu. DP aynı zamanda seçime katılmaya hakkı olan partiler arasında yer alıyor. Ancak özellikle para gelirleri açısından durumu iç açıcı olmayan parti büyük parasal borçların sıkıntısı altında ayakta kalmakta zorlanıyor. Partinin milyonlarla ifade edilen borçları olduğu belirtiliyor. AKP de partinin ödeyemediği borçlarını dikkate alarak DP’ye önemli bir teklifte bulundu. AKP, DP’ye borçları karşılığında partiyi satın almayı önerdi. Görüşmelerde anlaşılması durumunda partinin borçları ödenerek yönetimi AKP’nin eline geçecek. Ancak bu alışveriş AKP’nin kendi kasasından DP’nin borçlarını ödemesi yoluyla değil başka formüllerle gerçekleştirilecek. DP’den genel başkan Uysal ile 1 ya da 2 ismin de milletvekili listesine konabileceği belirtiliyor. DP, 7 Haziran seçimlerinde Türkiye genelinde 76 bin oy almıştı. AKP’nin amacının yalnızca bu 76 bin oyu değil aynı zamanda DP ismini de ele geçirmek olduğu kulislerde konuşuluyor. Partinin elinde malvarlığı olarak, Turgut Özal tarafından yaptırılan Balgat’taki eski ANAP Genel Merkezi bulunuyor.
AKP’den SP’ye 5 vekil
AKP ile SP arasındaki ittifak pazarlığı ise sayı üzerinden sürdürülüyor. Son olarak AKP, SP’ye seçilecek yerlerden 5 ismi milletvekili olarak listelere koyma teklifini iletti. Ancak 5 vekili yeterli görmeyen SP seçilecek yerlerden 12 ismin aday gösterilmesini istedi. İki parti arasındaki vekil pazarlığının 18 Eylül’de listelerin YSK’ye verileceği son ana kadar süreceği belirtiliyor.
İ. Melih Gökçek de borç ödeyip almıştı!...
DP, daha önce de borçlarını ödeyemediği için benzer bir olay daha yaşamıştı. AKP’nin 2002’deki kuruluşu döneminde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Tayyip Erdoğan’a karşı Demokrat Partri (DP) çatısında rekabet etmişti. O dönem Gökçek, yine borçlarını ödeyerek Demokrat Parti’nin yönetimini ele geçirmişti. İ. Melih Gökçek, uzun süre anketlerde Demokrat Parti’nin AKP’den daha yüksek oyu bulunduğu tezini savunduktan sonra, partiyi bırakarak AKP’ye katılmıştı.