24 Aralık 2014 Çarşamba

ATA-TÜRK, BAYAR, MENDERES ÇİZGİSİ "GELENEK VE GERÇEK" YOLUNDA BAZI TESPİTLER!...

2014’ÜN PANZEHİRİ ATATÜRK-BAYAR ÇİZGİSİ’DİR
Celal ÇETİN
DEMOKRATLAR BİRLİĞİ
Orta Doğu coğrafyasında bir kaos, şuursuzluk, vahşi cinayetler dönemi yaşanıyor. Türkiye dâhil bölge ülkelerinde din, mezhep, etnik köken ayrışması dinlerin, demokrasinin, insanlığın bile anlamakta zorlandığı bir çatışmaya dönüştü. Bugün yaşananlara baktığımız zaman üç faktörün etkili olduğunu görüyoruz. Uluslararası paylaşım savaşları... Din ve etnik çatışma... Yoksulluk-yolsuzluk süreci... Her üç faktör, Türkiye’yi tam anlamı ile pençesine almış ve uçuruma sürüklüyor.
***
“Yeni Türkiye” ile “eski Türkiye” arasındaki fark, bu üç faktörde kendisini gösteriyor. Savaş, “Yeni Türkiye”nin temsil ettiği yukarıdaki faktörler ile “Eski Türkiye”nin temsil ettiği kavramların arasında yaşanıyor. Bu savaşı anlayabilmek için yeni ve eski  Türkiye’nin ne anlama geldiğini bilmek gerekiyor.
YENİ TÜRKİYE
Yeni Türkiye kavramı, eski Türkiye’nin tasfiyesi ile özdeşleşmiş durumda. Lâiklik yerine, din temelli yönetim anlayışı ve yaşam tarzı. Demokrasi gerekçesi ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milleti ile bölünmez bütünlüğünün bölünür hale getirildi. Arap, vahhabi kültüründe etkin olan talan, yolsuzluk, aşiret yönetim anlayışı hâkim oldu.
Yeni Türkiye’de İslam referanslı  yönetim hâkimiyeti iddiası ile vicdanlara, inançlara, demokrasiye, insan haklarına, hukuka aykırı uygulamalar normal karşılanır oldu. Özellikle 17/25 Aralık iddialarının, hiçbir dönemde olmadığı kadar artması, kurumsallaşması ve “kabullenilmesi” toplumu içten içe yıkan en önemli hastalık olarak ortaya çıkıyor.
Ülkenin Güneydoğu’sunda fiili Kürt özerk bölgesinin oluşması:
Türk-Kürt, Alevi-Sünni, AKP yandaşı-karşıtı, inanan-inanmayan, AKP-cemaat, AKP-ulusal / milli kesimler, 17/25 Aralık-14 Aralık ayrışmaları. Anaokullarında kız çocuklarını türbana sokma gayretleri, manevi değerler, Osmanlıca derslerinin zorunlu hale getirilmesi gibi toplumu birbirine düşman eden politikalar Yeni Türkiye’nin ana başlıkları oldu.
Bunlar Türkiye’nin iç dengelerini etkileyen gelişmeler.
Konunun dış boyutu da iç boyut kadar vahim.
“Sıfır sorun” politikasının “bütün komşularla sorun” politikasına dönüşmesi; mezhep temelli politikaların Türkiye’nin aleyhine dönüşmesi; Suriye, Irak, Mısır, İran, ABD, AB ile ilişkilerin kesilme noktasına varması ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “güvenilmez, bilgisiz ve tecrübesiz, hayalci politikalarla yönetilmeye çalışılan ülke” algısının yerleşmesi.
Suriye, Irak gibi ülkelerde tekbir getirerek işlenen cinayetler ise İslam’ın nasıl bir tehlike ile karşı karşıya kaldığını gösteriyor. Müslüman görünümlü kimliği belirsiz kişi ve grupların tekbir eşliğinde sergilediği vahşet görüntüleri, Türkiye’nin de sürüklendiği “büyük plân’ın” boyutlarını gösteriyor.
BÜYÜK PLÂN
Büyük planın ne olduğu artık netleşmiş durumda. İslâm adı altında İslâm’ın reddettiği, affedilmez günahlar arasında saydığı her ne varsa uygulanıyor. Hıristiyan coğrafyasının yüzlerce yıldır sürdürdüğü Haçlı savaşlarında başaramadığını, İslam görünümlü vahşi terör örgütleri, İslam tandanslı siyasi yapılanmalar, hacı-hoca takımları, tarikat-cemaatler çeyrek yüzyılda başardı.“İslamiyet = hırsızlık, yolsuzluk, vahşet” algısı, İslamafobi hızla yayılıyor.
Dinler arası diyalog, Medeniyetler İttifakı, Ilımlı İslam, Yeşil Kuşak Projesi, Arap Baharı, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) gibi projelerin sonuçları bugün tüm acımasızlığı ile yaşanıyor.
ÇÖZÜM: ATATÜRK-BAYAR ÇİZGİSİ
Gelelim Yeni Türkiye’nin alternatif olmaya çalıştığı “eski değil, eskimeyen Türkiye”ye. Eskimeyen Türkiye, yukarıda sayılan tüm olumsuzlukların panzehiridir. Eskimeyen Türkiye, “muasır medeniyet ile milli/muhafazakâr değerlerin bileşkesidir…”Atatürk’le başlayan, Celal Bayar’la devam eden çizgidir eskimeyen Türkiye…
Eskimeyen Türkiye’nin üç özelliği, bugünün karanlığını aydınlığa çevirecek çözümdür:
1- Tam bağımsızlık: ABD-İsrail projesine ram olup üniter yapının yıkılmasını, Büyük Kürdistan (Büyük İsrail) hedefine gönüllü ortaklığı reddeden bir felsefedir.
Tam bağımsızlık on yıllar sonrasını öngörebilmek ve ulusal savunmasını buna göre şekillendirebilmektir.
Balkanlar’daki istikrarın korunması amacıyla 9 Şubat 1934’te imzalanan Balkan Antantı’dır ulusal/milli öngörü.
Veya;  Atatürk’ün çabalarıyla 9 Temmuz 1937’de Tahran’da Sadabat Sarayında imzalanan ve Türkiye, Irak, İran ve Afganistan’ı birbirine bağlayan Sadabat Paktı’dır.
Veya; Türkiye ile İngiltere ve Fransa arasında 19 Ekim 1939’da imzalanan Ankara Paktı’dır.
Veya; Orta-Doğu bölgesinde barışın korunmasına önem veren Türkiye’nin 3 Nisan 1954’te imzaladığıTürk-Pakistan Paktı’dır.
Veya; Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında 24 Şubat 1955’te imzalanan, 1959’da ABD’nin de katıldığı Bağdat Paktı (CENTO)’dır. (Nasır’ın liderliğindeki Mısır ve Suriye bu teklifi reddettiler ve  İsrail’e karşı Arap kökenli devletlerin oluşturduğu blok kurdular.)
Veya; Londra ve Zürih anlaşmaları ile Kıbrıs’ın Rum olmasını önlemektir.
Veya; Türkiye’nin ağır sanayi yatırımlarına destek vermeyi reddeden dönemin Dünya Bankası Türkiye temsilciliğini kapatıp temsilciyi ülkeden kovmaktır.
2- Cumhuriyet rejimi: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel felsefesini oluşturan Cumhuriyet kavramı, belki de dünyada bir ilk özelliği taşıyor. Bu Cumhuriyet, bir yandan “yedi düvele karşı bağımsızlık savaşının” sonucu, diğer yandan “demokrasinin ölüm kalım savaşına feda edilmemesinin” tarihi belgesidir.
Emperyalizm İstiklal Savaşı’nın merkezi olan Ankara sınırlarına dayanmıştır. TBMM, yetkilerini Mustafa Kemal’e devretmeyi teklif etmiştir. Bunlar öyle yetkilerdir ki; zaaflarına, yetersizliklerine yenik düşebilecek bir insanı “diktatörlüğe götürebilecek” niteliktedir.
Bu teklifi reddetmek güçlü bir kişilik, “milli iradeye saygı ve güven” demektir ve Mustafa Kemal bu teklifi reddetti.
“Milli iradeye saygı ve güven”, Atatürk-Bayar çizgisinin felsefi altyapısını oluşturdu.  “Yeter, söz milletindir” sloganı milli iradeyi temsil ederken, Celal Bayar’ın, “Atatürk, seni sevmek milli bir ibadettir” sözü güvenin ifadesidir.
3- Laiklik: Laikliğin nasıl bir kavram olduğu BOP’un özgürleştirme gerekçesiyle bağımsızlığını elinden aldığı ülkelerde acı tecrübelerle görüldü. Laikliğin demokrasinin, demokrasinin de inanç özgürlüklerinin teminatı olduğu gerçeğini bir kez daha anladık. Laikliğin ortadan kaldırılması durumunda Müslüman Müslüman’ın boğazını kesebiliyor, Sünni Alevi’nin kapısını işaretleyebiliyor. Bir başka ifadeyle laiklik, insan olmanın ilk şartı haline gelmiş durumda.
ATATÜRK-BAYAR ÇİZGİSİ NEDİR?
Atatürk-Bayar çizgisi; “Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş… Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içindekilere… Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmelerine” karşın milletin ayağa kalkmasıdır.
Atatürk-Bayar çizgisi; “mazlumlara örnek olan” bir İstiklal Savaşı ile yedi düveli kovmasına karşın o yedi düvel tarafından kendisine saygı duyulmasını sağlamaktır. Afganistan’dan Irak’a, İngiltere’den Rusya’ya kadar dünyanın her bölgesinde “stratejik derinlik uygulayabilmek ve merkez ülke olabilmektir.”
Atatürk-Bayar çizgisi; yetişmiş insan gücünü var olmak için feda eden, yiyecek ekmeği olmamasına karşın İstiklal Savaşı’nı verebilen, ama dimdik ayakta kalabilen bir devlet olabilmektir; millet olma şuurunu aşılayabilmektir.
Atatürk-Bayar çizgisi; bu ülke insanının hoşgörü ve saygı içinde, değer yargılarına sahip yaşamasını, “sabahın köründe sabah namazına gitmek için evinden çıkan vatandaş ile sabahın köründe evine gitmek için meyhaneden çıkan vatandaşın hoşgörü ve saygı içinde selamlaşmasıdır.”
Atatürk-Bayar çizgisi; “Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş iken, demir ağlarla örmektir anayurdu dört baştan…” Milletin öz kaynakları ile milletine olan güvenle baraj’larla, rafinerilerle, sanayi tesisleriyle donatmaktır ülkeyi.
Atatürk-Bayar çizgisi; bu topraklarda yaşayanları “Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Laz-Çerkez” olarak ayırmamak, tüm bu unsurların kendi bileşkesi olduğunu bilmektir.
Atatürk-Bayar çizgisi; bu ülke için canlarını feda edenlerin, Allah inancını yüreklerinde hissedenlerin “bir lokma ekmek bir hırka” düsturunu yaşamaları, devletin her kuruşunu “yetim hakkı” olarak kabul etmeleridir.
***                                                              
O dönemde yönetimde bulunan Demirel  herhangi bir ideolojiye aldırmadan ülkenin kalkınması için her türlü yabancı yatırıma da ülkeyi açmış komünist ideolojiyi benimsemiş Rusya ile de ekonomik anlaşmalar imzalamıştı.
12 Mart
Bizdeki solcu olduğunu iddia edenlerin işin bu tarafı ile  alakaları  yoktu. Zira bizdeki sol hareket aslında Avrupa güdümünde ve kültürel yaklaşımı içinde gelişmişti Demirel’in  Avrupa’dan uzak Rusya’ya yakın dış politika yaklaşımları solcuları tedirgin etmişti.   
(MAHİR KAYNAK / STAR GAZETESİ, 13 Aralık 2014) 2014)
Bir yazarımız 9 Mart ve 12 Mart cuntası günlerinden söz etmiş, ben de kişisel değil yapısal arka planından söz etmek istedim.
Bir gün akrabası bir subay, Emekli General Cemal Madanoğlu’nun benimle görüşmek istediğini söyledi. O dönemde ben de birçok siyasi içerikli toplantıya katılıyordum ve konuşmalarım da genellikle ilgi çekiyordu. Bu nedenle beni tanıtmış olabileceklerini düşündüm. Paşa görüşmemiz esnasında ülkenin kötü yönetildiğini ve mevcut yönetimin değişmesi gerektiğini söyleyip, bu amaçla darbe de yapılması gerekebilir ve biz böyle bir hareketin mimarı oluruz dedi. Bu konuşmayı istihbarat ajanı olarak MİT’e bildirip bir darbe girişiminin olabileceğini haber verdim. Bu girişimin takibi için bir ekiple birlikte görevlendirildik.
***
O dönemde yönetimi almak isteyen askerler, var olan ideolojimize karşı değillerdi ve fakat yönetenler tarafından buna itaat edilmediğini düşünüyorlardı. Öte yandan darbe yanlısı sivil kişiler ise sol bir hareketten söz ediyor ve bunu gerçekleştirmeye çalışıyordu. Yani söylendiği gibi komünist değillerdi. Hatta sivil kişilerden lider konumunda olan biri bir konuşma sırasında Rusya Türkiye’yi işgal ederse Demirel’i değil önce beni idam ederler diye latife ediyordu. O dönemde yönetimde bulunan Demirel’in gayreti ise herhangi bir ideolojiye aldırmadan ülkenin kalkınması için her türlü yabancı yatırıma da ülkeyi açmış komünist ideolojiyi benimsemiş Rusya ile de ekonomik anlaşmalar imzalamıştı.
Bizdeki solcu olduğunu iddia edenlerin işin bu tarafı ile pek alakaları bile yoktu. Zira bizdeki sol hareket aslında Avrupa güdümünde ve kültürel yaklaşımı içinde gelişmişti. Yani bir açıdan bakıldığında bu hareketin ideolojisinden çok dış politika hedefi önemliydi. Avrupa solu olarak adlandıracağımız bu harekete aslında SSCB de uzaktı. Demirel’in politikalarının Avrupa’dan uzak Rusya’ya yakın dış politika yaklaşımları solcuları tedirgin etmişti. Türkiye’deki o günkü solcuların ikinci hedefi de ABD idi. Çünkü onlar da kapitalizmin dünya üzerindeki simgesi olarak kabul ediliyordu ve bu sebeple ABD’ye de karşı çıkıyorlardı.
Solun kapitalizme olan karşıtlığı adeta ABD ile simgeleşmişti. Türkiye’deki bu solculuk dış politikamızı da belirlemişti. Yani sol kanatta dış politikadaki hedef, Avrupa tarafından yönlendirilen ideolojiye dönüştürülmüştü. Zaten Türkiye kuruluşundan beri Avrupa’ya yakın bir dış politika izlemek zorunda bırakılmıştı ve bunun da devamı isteniyordu.
Türkiye’deki güvenlik güçlerinin o günlerdeki hedefi ise komünist ideolojinin kaynağı olarak gördükleri SSCB ile ilişki kurulmasını engellemekti. Bu meseleler MİT müsteşarının da dâhil olduğu Milli Güvenlik Kurulu’nda da görüşülüyor ve darbe teşebbüsünün MİT tarafından izlendiği biliniyordu.
9 Mart cuntası olarak bahsedilen bu darbe 12 Mart cuntası diye adlandırılan Avrupa soluna karşı başka bir grup tarafından bastırıldı. Bu sefer Türkiye’nin dış politikası başka bir yöne çevrilmeye çalışıldı ve tabi iç siyasetteki çalkalanmalar yeni bir darbe harekâtına doğru devam etti. Rasih Nuri İleri’nin vefatı dolayısıyla sayın yazarımızın yazısı bana o günleri ve görev yapan MİT elemanlarına yapıştırılan haksızlıkları anımsattı. Kim ne derse desin tüm darbeler yanlıştır hele ki bu darbe girişimlerinde dış güçlerin parmağı varsa!
***
Menderes’i, Demirel’i götüren ABD bugün Tayyip Erdoğan’ı götüremiyor.
IŞİD’e söz geçiremiyor.
Müslüman Kardeşleri artık koruyamıyor.
El Kaide’ye ulaşamıyor.
Siyasal İslam’ın hazin ve ibretlik çöküşü....
Pakistan’ın Peşaver kentinde yaşanan o tüyler ürpertici katliam, tüm dünyaya bir şeyi net olarak gösterdi:“Siyasal İslam iflas etmiştir.”
Irak Şam İslam Devleti denen caniler de aslında bunu ortaya koymuştu ama Pakistan’daki olay çok daha kan dondurucu bir örnek.
Taliban yanlısı 7 silahlı manyak, asker çocuklarının devam ettiği bir okulu bastı ve 132 öğrenciyi, 9 öğretmenleriyle birlikte katletti.
Öldürülen çocukların yaşları 12 ile 16 arasında değişiyordu.
Afganistan’da yaptıkları insanlık dışı katliamların yanı sıra kayalara oyulmuş binlerce yıllık Buda heykellerini dinamitleyen Taliban, Veziristan’daki kayıplarının intikamını bu yolla almıştı.
Aklınca ordu okulunu basıp asker çocuklarını öldürürse Pakistan ordusu geri adım atacaktı.
Oysa olan biten, masum ve günahsız 132 çocuğun canice öldürülmesiydi.
2004’te Rusya’nın Kuzey Osetya Özerk Cumhuriyeti’nin Beslan kentindeki okul baskınında da Çeçen Vahabi teröristler, 186’sı çocuk toplam 300 kişiyi acımasızca öldürmüştü.
Bu da o tür bir eylem. 
Vicdanı olan herkes bunu görür.
Böyle insanlık dışı bir katliamı din veya cihat adına yapmak ise tanrıya en büyük hakarettir.
SİYASAL İSLAM’IN YÜKSELİŞİ VE ÇÖKÜŞÜ
Taliban, El Kaide, IŞİD, El Nusra, Boko Haram, Cundullah, Türkiye Hizbullah’ı, Hamas, Vahabi Çeçen ve İnguş çeteleri…
Bunların hepsi de radikal İslamcı etiketli ama özünde emperyalizmin ürettiği, desteklediği, fişteklediği örgütler.
Ama hepsine sorsanız kafirlere, en başta da “Büyük şeytan” Amerika’ya,“Siyonist katil” İsrail’e düşmandır.
Cihat için öldürmektedirler!
Cihadı emreden ise Kur-an’dır!
Kimilerine göre ise vatanlarını savunan aslanlardır!
Acaba gerçekten öyle midir?
Taliban’ı kuran Rusya’ya karşı savaşan Afgan mücahitleri midir? Yoksa Amerikan destekli Pakistan istihbaratı ISI midir?
Pakistan ve Afganistan’da CIA paralarıyla kurulan medreselerde yetişen sözde mücahitler, SSCB’ye karşı savaşırken özgürlük savaşçısı, ABD’ye karşı gelince de terörist olmuştur.
El Kaide de Taliban’ın Suudi Arabistancası’dır.
Suudi Arabistan ABD’nin benzin istasyonudur.
İster petrolünü alır, ister benzinini sağa sola döker yakar.
El Kaide öyledir de Çeçenler farklı mı?
SSCB’nin dağılması sonrası Rusya’yı yemek isteyen emperyalistlerin ABD, İngiliz ve Suudi ortaklığında kurdurduğu çeteler.
İslam kılıflı, gaddar savaşçılar.
IŞİD gibi kelle kesen, fidye için adam kaçıran, şeriat kanunları diye abuk subuk yasaklar getiren gözü kanlı tipler.
Suriye ve Irak’ta vahşet yapan El Nusra, IŞİD gibi örgütlerin bugün artık ABD ve yancıları tarafından kurulduğunu cümle alem biliyor.
Cundullah ise İran’daki Belucistan ve Sistan bölgelerini hedef alan Pakistan El Kaidesi.
Boko Haram ise Nijerya’daki petrole hallenen Batılı emperyalistlerin işi.
Kuzey Afrika El Kaidesi hakeza.
Türk Hizbullah’ını domuz bağlı cinayetlerinden, kelle kesmelerinden hatırlarsınız.
Hamas da sosyalist ve laik El Fetih hareketini ve Filistin’in ölümsüz lideri Yaser Arafat’ı bitirmek için emperyalist güçler tarafından kurdurulmuştur.
Bunların hepsi aşırıcıdır.
Liderlerinin sözü asla tartışılmaz.
Verilen emirler, intihar saldırısı da olsa kesin uygulanır.
Vatan için ölmekten çok, cennete gitme garantisi için ölünür.
Hepsi de yasa dışılığı fazlasıyla benimsemiştir.
İnsan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, fidye ve haraç almak bunların rutinidir.
Demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü zinhar haramdır.
Kendileri gibi düşünmeyen herkesi düşman ilan ederler.
Hatta en ufak bir çelişmede birbirlerini bile.
Şiilerin camilerine, cenazelerine bombalı intihar saldırıları düzenlerler.
Bebek, çocuk, kadın demeden insan öldürürler.
İşin en acı tarafı da öldürdükleri kişilerin çoğu kendi dinlerinden, kanlarından ve canlarından olmasıdır.
IŞİD olayında bu doruk yaptı.
Dünyanın dört bir yanından bu örgüte katılmak için koştular.
Bugün ise IŞİD, örgütten ayrılmak isteyen kendi militanlarını infaz ediyor.
Alman haber ajansı dpa'nın görgü tanıklarına dayandırdığı haberine göre Sincar'ın Kürt güçlerinin eline geçmesi üzerine IŞİD Musul'da en az 45 militanını öldürdü. İnfazların Sincar'daki yenilgi üzerine yapılan bir cezalandırma olduğu belirtiliyor.
Öte yandan örgütün Suriye'de de ayrılarak kendi ülkelerine dönmek isteyen 100'den fazla yabancı cihatçıyı infaz ettiği belirtiliyor. Financial Times gazetesinin haberine göre öldürülenler, Suriye'nin Rakka kentindeki IŞİD karargahından kaçmak istedi.
ILIMLISI DA AYNI
Mısır’da Müslüman Kardeşler en eskilerinden.
Türkiye’deki Kemalist Devrim’e tepki olarak 1924’te kuruldukları söylenir.
Milli Kurtuluş Savaşlarından ödü kopan dönemin İngiliz Emperyalizmi bunları destekledi.
Ürdün, Fas, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinde krallıkları destekleyen İngilizler, Mısır ve Irak gibi daha büyük ve köklü ülkelerde bunları öne sürdü.
1980 sonrasında bunlar da radikaller gibi patlama yaptılar.
Mısır, Türkiye, Fas, Malezya, Endonezya, Yemen, Tunus, Pakistan vs.
Çeşitli isim ve kisveler altında ama hep İslamcı söylemde konumlandılar.
Tarikatler ve dini eğitim alanları bunların en önemli insan kaynaklarıydı. 
Siyasi İslamcı hareketler, ABD tarafından ılımlı İslam olarak nitelendi ve açıktan desteklendi.
Mesela bizdeki Fethullah Gülen cemaati gibi. (Güney Kore’deki eş değeri Hristiyan Moon Tarikatı idi)
Radikallerle kapı arkasından iş bitiren emperyalizm ılımlıları açıktan destekledi.  
Hedef milli kurtuluş hareketlerinden çok komünizm idi bu kez.
Sovyetler yıkıldı küreselleşme hakim oldu ama bunlar tasfiye olmadı.
Zamana ve vaziyete uydular, hepsi liberal sağ kulvarda var oldular.
Kapitalizmle hiçbir çelişmeleri yoktu.
Faiz haramdı ama kolayı vardı, kar payı.
Her türlü kapitalist tanıma kendince bir kılıf uydurdular.
Ama ABD hep daha çoğunu istedi.
Onlar da öyle.
VE ÇÖKÜŞ…
Bugüne gelindiğinde artık ABD, ılımlı İslam kelimesini dahi duymak istemiyor.
Çünkü ılımlısı da aşırısı da sonuçta raydan çıkıyor.
Ilımlı hep aşırıya meyilleniyor.
Aşırısı ise “sahibini” ısırıyor.
Ne kendi halkına, ne de hizmet ettiği emperyalizme bir faydası kalmıyor sonunda.
Çünkü katı dogmatik bir yapı.
Liderin tam otoritesi var.
Bu otorite düşmanlara duyulan nefrete dayalı.
Nefret ise ana besin kaynağı.
Ilımlısında da, aşırısında da kadına duyulan kin baskın.
Kadının baskılanması ve köleleştirilmesi ana amaç.
Çocuk ve gençler ise “harcanabilir” araçlar. 
Kitle bu kırmızı çizgilere değmeyen lideri her koşulda destekliyor.
Bu da lideri vaz geçilmez kılıyor.
Lideri güçlendiriyor da.
ÇÖZÜM
Birincisi, İslamiyet’in ticaret ve siyasetin kirli meydanından, vicdani yerine, yani insanların kalplerine dönmesi  gerek.
İslamiyet’i en yüce ve ileri din yapan “Ruhban Sınıf” olmamasının yeniden sağlanması lazım.
Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 974, Kalkınma Bakanlığı’nın ise sadece 17 makam aracı var.
Tarikat liderleri, dinci örgütlerin başları sanki Allah’ın temsilcisi gibi muamele görüyor.
Ruhban sınıf yoktur.
Tek rehber, Kur-an’ı Kerim’dir.
Onun dili Arapça değil, ne söylendiğini iyice anlamaktır.
O da “oku” diye başlar.
İbni Sina, El Harezmi, Farabi bunu yapmıştır.
Ama bugün İslamcı kesim okumuyor, sadece liderine biat ediyor.
Ve her gelen bir öncekinden daha aşırıcı oluyor.
Bunun sonu yoktur.
Tüm dünyada şu son 30 yılda yaşananlar da bunu göstermiştir.
Taliban’ı da, Müslüman Kardeşler’i de, IŞİD’i de, Cemaat’i de duvara toslamıştır.
Toslamaya da devam edecektir.
Hüseyin Vodinalı, Odatv.com    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder