27 Şubat 2014 Perşembe

Tarihi, Hakiki ve Kadim "DEMOKRAT PARTİ"nin açılımları, atılımları, adalet, hukuk ve demokrasi mücadelesi....

     27 Şubat 2014 Perşembe


LÜTFEN TIK-LAYINIZ>>> LİNK :::: Tarihi, Kadim ve Hakiki Demokrat Parti’nin Demokrasi, Adalet ve Hukuk Mücadelesi; Hürriyet Misak’ı ile Milli Misak…

DP’nin Demokrasi, Adalet ve Hukuk Mücadelesi; Hürriyet Misak’ı ile Milli Misak…
Mustafa Nevruz SINACI
         Tarihi ve kadim (gerçek) Demokrat Parti, mutlak bir ihtiyaç, hayati gereklilik ve mecburiyet sonucu kurulduğunda, Türkiye’de demokrasi, insan/vatandaş hakları, adalet ve hukuk yoktu. Anayasa da tanımlanan “kuvvetler birliği” ilkesi, sadece ve yalnızca müstebit İsmet İnönü anlamına gelirdi. Kuvvetler birliği’nin anlamı buydu. Zira dönem itibarıyla İsmet İnönü, hem CHP Genel Başkanı, hem Başbakan ve hem de Cumhuriyetin Reisi idi. Başbakan ve bakan nam hükümetin baş’ları (ve istibdadın icra unsurları) sadece kâtip hükmünde olup, Milli Şef’in emir ve direktiflerini yerine getirmekle memur ve mükellef kişilerdi!..
            Memleketin her yanında, hâkim ve hükümran Halk Partisi ceberrutları sâyesinde milli gelir kavramı alt üst olmuş, nüfusun kahir ekseriyeti açlık, yokluk, hastalık ve kıtlıktan kırılır hale düşmüştü. Üstüne üstlük, sefaletten bitap, biçare ve bin türlü ıstıraptan bizar vatandaş, bunca dert yetmezmiş gibi, bir de hükümet baskısı, haksız vergi takibi, gasp, irtikap, haraç, mezat vukuatları ve jandarma zulmünden bizar ve bitaptı…
            İşte, Demokrat Parti, Celâl Bayar, Adnan Menderes ve arkadaşlarının; Cumhuriyet, Adalet, İnsan Hakları, Demokrasi ve Hukuk mücadelesi bu zor ve ağır şartlar altında başladı. Milli Mücadele, Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbını tekrar ruhlandırma yolunda başlayan ağır ve zorlu mücadele; Kararlı adımlar, meşakkatli merhaleler ve fazilet timsali tertemiz, berrak, şeffaf ve şerefli bir mücadele sonucu 14 Mayıs 1950’de kazanıldı.
Bu nedenle DP’nin efsanevi zaferine “Beyaz İhtilâl” ve “Demokrasi Bayramı” denildi.
Şimdi mücadele muhteviyatına ve aşamalara bakalım:    
I. DP KONGRESI 
(07 - 10 Ocak 1947) 
VE HÜRRİYET MİSAK-I
7 Ocak 1947 günü başlayarak dört gün süren DP I. Büyük Kongresi'nin Türk siyaset, adalet, hukuk ve demokrasi tarihindeki yeri çok büyüktür. Bu Kongre ayrıca Partinin bütün hayatında etkisi görülecek kararlara vesile ve olaylara da sahne olmuştur.
Tarihi ve kadim DP’nin ilk Kongresinde, delegeler adeta bir ihtilal havası estirecek kadar coşkuluydular. Aralarında Prof. Kenan Öner, Samet Ağaoğlu, Osman Bölükbaşı, Dr. Mükerrem Sarol ve Osman Sarol'un bulunduğu bir grup, “Parti Milletvekillerinin Meclis’ten çekilmelerini” istiyor; İktidarı, milletle karşı karşıya getirmeyi tek çıkar yol görüyordu.
Buna karşılık: Adnan Menderes, Refik Şevket İnce, Ekrem Hayri Üstündağ, Hulusi Köymen'in sözcülüğünü yaptığı ve zaman zaman Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve Refik Koraltan tarafından desteklenen grup ise, (ilerde "müfrit (aşırı/taşkın) ve muhafazakâr" kanat saflarında yer alacak bazı şahsiyetler), çok sert konuşmaları ile dikkatleri çekmiştir.
Bursa delegesi Fuat Ama, "istibdat devrinde millet padişaha karşı, 'senden büyük Allah var' derdi. Bugün de biz iktidar sevdalılarına, senden büyük millet var diyoruz" diye konuşurken, General Sadık Aldoğan, "Yapılacak iş, Anayasayı tadil etmek değil, Anayasaya aykırı kanunlar yapan CHP’ni yaptığı kanunlarla beraber süpürüp atmaktır” diyordu.. 
Kongrede, özellikle Bölükbaşı büyük tesir bırakmış ve Abdülhamit'ten bahisle, "Taçsız-tahtsız sultan istemiyoruz. 23 senelik idarenin adı ile tadı bir olmamıştır" biçimindeki konuşması ile İsmet İnönü idaresini çok ağır bir surette yererek kınamıştır. 
Sonuçta: 
Demokrat Parti milletvekillerinin Meclise katılmadan "sine-i millete" dönmesini isteyenlerin başında gelen İstanbul İl Başkanı Prof., Kenan Öner’in Divan Başkanı seçildiği Kongre’de (Kenan Öner ve onun gibi düşünenlere göre: Meclise girmek Halk Partisi iktidarını ve iktidarın devlet yönetimindeki "totaliter" görüşlerini, hele seçimlerdeki baskı ve hilelerini en azından affetmek olacaktı) genç kuşaklardan Ahmet Tahtakılıç, Ahmet Oğuz, Hasan Dinçer ile Samet Ağaoğlu GİK'e girmişlerdir.
Osman Bölükbaşı ise kulis aralarında, delegelere kendisini, "Ne de olsa hamurları tek parti devrinin teknesinde yoğrulmuş kuruculara karşı GİK’de demokrat düşüncenin garantisi olmak" vaadi ile takdim etmiş, nefes nefese konuşması ile delegeden delegeye koşmuş, ancak isteğine kavuşamamıştır. (Ağaoğlu, 1992: 58-59).
Nihayet Büyük Kongrenin 4. günü olan 10 Ocak 1947 tarihinde:, “Anayasaya aykırı kanunların tasfiyesi, Seçim Kanunu'nun güvenceli hale getirilmesi, devlet başkanlığı ile parti başkanlığının ayrılmasını” isteyen “Hürriyet Misakı” ilan edilmiş ve bu şartlar yerine getirilmediği müddetçe, Meclis'ten çekilip "sine-i millet"e dönme yetkisi, Kurucuların hâkim olduğu Genel İdare Kuruluna verilmiştir.  
Başlarında Prof. Kenan Öner'in bulunduğu hizip, şiddetli hareket edilmesini ve DP mebuslarının istifalarını vererek sine-i millete dönülmesini ve CHP iktidarının gayr-ı meşru olduğunun ilan edilmesini istiyordu. 
Samet Ağaoğlu, Bölükbaşı, Mükerrem Sarol, Osman Kapani ve İsmet Bozdağ bu düşüncede olanlardandı. 
Bunlara ilaveten kongrede delegelerin pek çoğu, büyük kongreye ait olan Meclis'ten çekilme yetkisinin, Kurucuların hâkim olduğu GİK’e verilmesi taraftarı olmamasına rağmen, kurucular bu konuda ağırlıklarını koyarak istedikleri kararı çıkartmışlardır... 
(Goloğlu, 1982: 155). 
II. DP KONGRESI
(20-24 Haziran 1949) 
VE MİLLİ MİSAK 
(MİLLİ AND)
            “ – Seçim kanununun ve seçimlerle alâkalı hükümlerin vaz’ından maksat millet iradesinin serbest tecellisini teminden ibarettir. Mevzuu kanunlara ve müesses nizama aykırı hareket, kuvvet darbesi, millet ve vatandaş haklarının ihlali neticesine varacağından, buna meydan verilmemek üzere;
Memleket için büyük zarar ve tehlikeleri mucip olacak bu hale müsaade edilmemesi, bu mevzuda haklarına tecavüz olunan bütün vatandaşların meşru müdafaa halinde kalmaları, haklarını Anayasa ve Türk Ceza Kanununun müeyyidelerine dayanarak hareket etmeleri kaçınılmaz bir zaruret olacaktır. Bu hususların rey sahibi bütün partilere ve Türk umumi efkârına bildirilmesi, ayrıca Hükümetin ve vazifelilerin keyfiyetten haberdar edilmelerinin temini zaruri görülmüştür.
Ancak, tek parti zihniyetini ve Halk Partisi iktidarını, kanunların ihlali pahasına da olsa devamını kararlaştırmış olanlar, kongremizin bu kararı almış olmasını halkı ihtilale teşvik mahiyetinde tefsir etmeye kalkışabilirler. Hal bu ki ihtilâl mevcut ve müesses içtimai ve siyasi nizamın cebren değiştirilmesine matuf bir hareket olup, yukarıda tarif/tavsif edilen hareketler ihtilal tabirinin tamamıyla şümulü dışında, meşru hakların ve meşruiyetin müdafaası mahiyetindedir. Bu itibarla vatandaş siyasi hak ve hürriyetlerinin kullanılmasına ve milli hâkimiyet ve hürriyet esaslarının tahakkukuna herhangi bir surette engel olacak kanun dışı hareketlerden tevakki olunması lüzumunu memleketin en yüksek menfaatleri hesabına belirtmek isteriz. Aksi yolda harekete teşebbüs edenlerin ise, milli vicdanın ifadesi olan millet husumetine maruz kalmak gibi ağır ve tarihi bir mesuliyete mahkûm olacakları muhakkaktır.”
Halk Partisi/CHP tarafından bu karar “Milli Husumet Andı” olarak algılanmış ve ard niyetle tahrik unsuru olarak kullanılmıştır. Oysa Hürriyet Misakı; Cumhuriyetin temeli Misak-ı Milli’nin tamamlayıcı/bütünleyici, vazgeçilmez bir unsuru olup 1938-1950 arası Halk Partisi ve hükümetlerince ısrarla takip olunan ve yer yer kin, nefret, şiddet, mezalim ve husumetle uygulanan despotizm ve demokrasi karşıtı diktayı hedef alan onurlu ve soylu bir duruştur. 
MİLLİ MİSAK VE HÜRRİYET MİSAK'ININ 
ETKİ VE YANKILARI
Demokrat Parti I. Kongresi'nde kabul edilen "Hürriyet Misakı", yaklaşık 7 ay sonra kısmen etkisini gösterip, semeresini vererek İnönü'nün, “partiler arasında tarafsız kalacağı ve DP'nin güvence altında muhalefet yapabileceği” sözünü vermesine yol açtı.
Daha sonra, 20 Haziran’da başlayıp 24 Haziran 1949’a kadar 5 gün süren II. Kongrede kabul edilen “Milli Misak”; Demokrat Parti hareketi’nin, millet tarafından önceleri muvazaa olarak algılan imajını temelden değiştirdi. Hürriyet Misakı’nın tamamlayıcı unsuru ve tam bir azim, irade ve kararlılık gösterisi niteliği arz eden Milli Misak, halkın büyük bir umut, itimad, özgüven ve heyecanla DP’ye sarılmasına vesile oldu. Esasında, zamanla durum bunun da çok ötesine geçti. Dönem itibarıyla başkaca hiçbir alternatifin olmadığı gerilim yüklü bir ortamda, geniş halk kitleleri; Baskı, sömürü, esaret, zulüm ve işkenceden kurtulmak umuduyla DP'ye, içtenlikle, samimiyet ve teveccühle sarılıp bağlandılar.
Sebep ve inandırıcı unsur “Hürriyet Misakı ile Milli Misak” idi…
MODERNLEŞME TARİHİNDE 
1950 SEÇİMLERİNE UZANAN YOL
Demokrat Parti ilk katıldığı 1946 seçimlerinde “iktidarın seçim pusulalarında hile yaptığını” ilan edip Recep Peker hükümetini yerden yere vuruyordu ve 1947’de yaptığı ilk kongresinde Hürriyet Misakı’nı kabul etti; bu, misak-ı millinin kasıtlı bir taklidiydi. DP, Hürriyet Misakına dayanarak, hükümetin demokrasiyle bağdaşmayan kimi yasaları geri çekmemesi durumunda meclise girmeyeceğini ilan etti. İsmet İnönü bu tehdidin önemini o saat kavradı. 
Çünkü oy pusulalarında yapılan hileler yüzünden Peker hükümeti hem içte hem de dış dünyada “meşruiyeti kuşkulu” ilan edilmişti ki bu görüş, ABD katında da onaylanmıştı.
Amerikan yardımının çok önemli olduğu bir dönemde İnönü hemen Peker’in istifasını istedi, yerine San Francisco Konferansı’nda Türk heyetine başkanlık eden Hasan Saka’yı getirdi. Ve CHP hemen “değişim siyasetine” soyundu. Kasım 1947 kurultayında ilk kez serbest girişimi savundu, Çiftçiyi Topraklandırma Yasası’nın 17. maddesini geri çekeceğini açıkladı. Ardından dini siyasete alet ettiğini öne sürdüğü DP’yi alt etmek amacıyla okullarda din eğitimine izin verme kararı aldı. 
İsmet İnönü’nün yenilikçilere destek vermesine rağmen parti parçalanmadı; bu da CHP’nin içindeki disiplinin göstergesiydi. CHP’nin bu uzlaşmacı tutumu DP’de derin sorunlara yol açtı. Çünkü DP’lileri bir arada tutan şey, tutarlı bir siyasi program değil, CHP’ye karşı yürüttükleri ortak muhalefetti.
Demokrat Parti önderlerini fazla ılımlı bulan kimi milletvekilleri 1944’te İnönü’nün Genelkurmay Başkanlığı’ndan azlettiği Fevzi Çakmak’ın önderliğinde Millet Partisi’ni kurdu ve DP’nin meclis gurubu 1949’da yarı yarıya azaldı. 
Ama DP, böylece daha tutarlı bir partiye dönüştü; safra atmış oldu. İnönü Millet Partisi’nin DP oylarını böleceği inancından yola çıkarak, daha önceleri “İslamcı eğilimleri” nedeniyle dışladığı Şemseddin Günaltay’ı başbakanlığa getirdi. Seçim yasası muhalefetin dayatması sonucunda değiştirildi; 
Şubat 1950’de seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılması kararlaştırıldı.
Sonuçsa; 
CHP için 
tam bir hüsrandı!.. 
DP oyların yüzde 53.4’ünü alırken CHP yüzde 39.8’de kaldı. CHP seçim sonuçlarını itirazsız kabul etti, hatta İnönü, kimi durumdan vazife çıkarmaya meraklı askerlerin darbe yapmasını engelledi. Türkiye demokrasiyi benimsemişti; iktidar halkın oylarıyla el değiştirmişti. Bu demokrasiyi sindirme süreci on yıl devam etti.
Derken, 27 Mayıs’ta diktacılık, vesayet tutkusu ve elitizm yeniden hortladı.
Hürriyet misakı, Demokrat parti'nin kuruluşunun ilk yıldönümünde toplanan (7 ocak 1947) büyük kurultay sonunda yayımlanan bildirge. Özgürlüklere yönelik soyut bir özlemler paketi niteliğindeki bu bildirge, iktidar yanlısı basında ve hükümette büyük tepkilere yol açtı. İktidar-muhalefet ilişkilerinin sertleşmesi üzerine, cumhurbaşkanı İnönü ile DP Genel Başkanı C. Bayar arasında başlatılan görüşmeler, İnönü tarafından yayımlanan “12 Temmuz beyannamesi” ile yeni ve olumlu bir yörüngeye girdi. (18.10.2012, Aziz Üstel, Star Gazete)
            DEMOKRASİYE DOĞRU BİR ADIM: 
        12 TEMMUZ BEYANNAMESİ
İnönü, “meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız ve eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır” diyerek Peker hükümetinin muhalefet partilerine karşı tarafsız ve eşit yaklaşmadığını açıktan ifade ve itiraf ediyordu.
1945 yılı Türkiye’nin siyasi hayatında yeni bir dönemin kapısını açtı.  
II. Dünya savaşı sonrasında demokratik değerlerin kutsanmaya başladığı günlerde Türkiye de rejimini serbestleştirme yoluna girecekti.  Uzun yıllar sonra ilk kez iktidar partisinin karşısında bir muhalefet partisinin kurulmasına izin verildi. CHP’den ayrılan bazı milletvekilleri Demokrat Partiyi kurarak siyasal alanda muhalefete başladılar. İktidar ve muhalefet partisi arasındaki mücadele çoğu zaman gerginliklere sahne oldu.
Bu gerginliklerden biri 1946 seçimlerinin ardından yaşandı.  
Türkiye’nin ilk çok partili genel seçimi olan 1946 yılı seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Recep Peker’i başbakanlığa atadı. Demokratikleşme yoluna girmiş Türkiye’de, tek partili rejimle özdeşleşmiş bir kişiliğin başbakanlığa getirilmesi muhalefet partisinde büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu. Peker kabinesinin göreve başlaması ile iktidar ile muhalefet arasındaki gerginlik günden güne arttı. 
Peker muhalefete oldukça sertti. 1947 bütçe görüşmelerinde hükümeti eleştiren Demokrat Parti liderlerinden Menderes’e “maraz bir psikopat ruhun ifadesi”  şeklinde karşılık verecekti. Bu ifadeler muhalefetin meclis oturumlarını uzunca bir süre protesto etmesine sebep olurken iktidar muhalefet ilişkisini daha da gerginleştirdi.
İktidar ile muhalefet arasındaki ilişki gitgide bozulurken 7 Ocak 1947 tarihinde Demokrat Parti kurultayı toplandı. Bu kurultayda Hürriyet Misakı adı verilen bir rapor kabul edildi. Kurultayda kabul edilen raporda Anayasaya aykırı anti demokratik yasaların kaldırılması, yargı bağımsızlığı, seçim sisteminin yeniden düzenlenmesi, hükümetin ve idarenin tarafsızlığının sağlanması, parti başkanlığı ile cumhurbaşkanlığının birbirinden ayrılması gerektiği açıklanıyordu. Demokratik bir yönetim için gerçekleşmesi gereken bu isteklerin karşılanmaması halinde ise sine-i millete dönüleceği ifade ediliyordu.
Demokrat Partinin aldığı bu karar CHP ile DP arasındaki ilişkileri daha da gerginleştirdi. Nisan ayında yapılacak İstanbul ara seçimlerine Demokrat Parti girip girmemeyi tartışırken Recep Peker 1 Nisan da seçime katılmak istemeyen DP’ye “ istiklal mahkemeleri kanunun hala meri (yürürlükte)  olduğunu hatırlatıyordu. Bu gelişme Demokrat Parti ile CHP arasındaki ilişkileri tam anlamıyla kopardı. Demokrat Parti İstanbul’daki ara seçimlere katılmadı. İktidar ile muhalefet arasında gerginliğin sürekli bir şekilde artması üzerine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbakan Recep Peker ve Demokrat Parti lideri Celal Bayar ile haziran ayının ilk haftasından itibaren bir dizi görüşme yaptı. İnönü Recep Peker’den çok partili sistemin sağlam temellere oturtulmasını sağlayacak düzenlemeler yapmasını talep etti. Ancak Peker bu isteklere karşı çıktı. Bu gelişme üzerine 12 Temmuzda cumhurbaşkanı İnönü tarafından bir beyanname yayınlandı.
'12 Temmuz Beyannamesi’ adıyla ünlenen bildiri, 11 Temmuz günü radyoya ve Ajans’a verildi, 12 Temmuz günü ise gazetelerde yayımlandı. İnönü beyannamede, iktidar ve muhalefetin iddialarını dinlediğini, kendisinin her iki partiye de eşit mesafede olarak her iki tarafın da haklılık paylarının olduğunu ifade ediyordu. Bununla beraber  “meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız ve eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır” diyerek Peker hükümetinin muhalefet partilerine karşı tarafsız ve eşit yaklaşmadığını açıktan ifade ediyordu.  İnönü, “Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır.  İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden emin bulunacaktır”  ifadeleriyle iktidar ve muhalefetin ülke demokrasisine katkı sağlamak için beraber çalışması gerektiğini belirtiyordu.
Bu beyanname ile İnönü Türkiye’nin yönünün çok partili demokrasi olduğunu tek partili düzene bir daha dönüş olmayacağını açıkça ilan etmiş oldu. Yaşanan bu gelişmelerin ardından Başbakan Recep Peker Ağustos ayının sonunda istifa etmek zorunda kaldı. (Ömer Aymalı- Dünya Bülteni / Tarih Dosyası)
12 TEMMUZ BEYANNAMESİ
Hükümet Reisi ve Muhalefet Lideri ile son günlerde memleketin iç durumu üzerindeki konuşmalarımı ve bu hususta kanaatlerimi ve fikirlerimi söylemek zamanı gelmiştir.
7 Haziran tarihinde görüşmek üzere çağırdığım Bay Celal Bayar bana DP idare heyetinin baskısı altında bulunduğunu beyan ve şikâyet etti. Haberdar ettiğim Başbakan, aynı mevzuları daha evvel aralarında görüştüklerini hikâye ederek, böyle bir baskının olmadığını, idare mekanizmasının memleketin huzurunu bozacak mahiyetteki tahriklere karşı çok güç durumda kaldığını beyan eyledi. Bundan sonra, iki tarafı bir arada dinlemek için, 14 Haziran tarihli buluşmayı tanzim ettim. Başbakan ve Yardımcısı Devlet Bakanı ile Demokrat Parti Genel Başkanı hazır bulundular. İki taraf arasıda karşılıklı tartışma içinde iki buçuk saat devam eden bu konuşma, başladığı noktada bitti. Demokrat Parti Başkanı, partisinin baskı altında bulunduğu noktasında ısrar ve partisinin kanun dışı maksatlar ve ihtilal usulleri takip ettiğine dair ithamları reddetti. Hükümet Reisi, idare mekanizmasının baskı yaptığı iddiasını kabul edemeyeceğini ve şikayet vesikalarını tetkik ve takibe hazır olduğunu tekrar söyledi ve Muhalif Partinin çalışma usullerini düzeltmesi lazım olduğu iddiasında kaldı.
17 Haziran tarihinde Bay Bayar’ı tekrar kabul ettim. Bana, vaziyeti arkadaşlarıyla görüştüğünü, benim durumuma karşı teşekkürle mütehassıs olduklarını söyledikten sonra, baskı vardır kanaatinde olduklarını ifade eyledi. Bunun üzerine; 2 defa görüştüğüm Başbakan, iktidar partisiyle muhalefet partisinin Büyük Meclisteki münasebetleri ve karşılıklı çalışmaları yolunda hayırlı terakkiler olduğunu takdirle söyledikten sonra.; “Biz de kendimize düşen vazifeleri sadakatle ifa edeceğiz, size söz veriyorum” dedi ve iki ay sonra Büyük Meclis toplanıncaya kadar partilerin münasebetlerinde itimadı artıran terakkiler olacağına ümidinin kuvvetli olduğunu ilave eyledi. Bu beyanatı Bay Bayar’a 21 Haziran tarihinde naklettim.
Bay Bayar, bu konuda fiili neticeye intizar edilmesi lazım geleceğini bildirdi. Bundan sonraki tartışmalar Muhalefet Liderinin Sivas nutkunda ve Hükümet Reisinin 2 Temmuz tarihli beyanatında ve ondan sonraki karşılıklı cevaplarda görülmüştür. Vaziyet hulasa olunursa, iki taraf şikayetlerinde ve savunmalarında ısrar etmiş ve şiddetli tartışmalar esnasında karşılıklı iyi niyetlerin ifadesi olan bazı tatmin edici parçalar hatırlarda kalmıştır. Siyasi havayı yumuşatan bir iyilik olmak üzere, dertleri bilenlerin, kendiliklerinden, karşı tarafı teskin edici tedbirler alacakları ümidi uyanmıştır. Bunun dışında olarak, durum, Muhalefet Partisi Liderinin “fiili bir netice beklemek” şeklinde ifade ettiği hükümde görülür. Yani, bir başka ifadeyle durum karşılıklı iddialar bakımından düğüm halini muhafaza etmiştir.
Şimdi ben, bu düğümü çözmeğe çalışacağım. İki tarafın şikâyet ve müdafaalarının delillerini tafsil etmekte fayda görmüyorum. Zaten bunlar umumi efkârca da kâfi derecede bilinmektedir. Gördüm ki, taraflardan hangisinin haksız yahut hangisinin daha evvel karşısını kırmağa başlamış olduğunu aramakta da fayda yoktur. Ben, idare mekanizmasının baskı yaptığını Hükümet Başkanının kabul etmemesini, öyle bir hareketi tasvip etmeyeceğini katiyetle beyan eylemesini, bir teminat ifadesi olarak aldım ve bunu Bay Bayar’a söyledim. Ben, Muhalefet Liderinin kanundışı maksatlar ve metotlar isnadını reddetmesini, muhalif parti çalışması için şart olan kanun içinde kalmak esasının göz önünde tutulduğuna ve tutulacağına dair tatmin edici bir teminat olarak kabul ettim ve Başbakana bunu söyledim. Her iki tarafla uzun konuşmalardan çıkardığım bu neticelere inanmak istiyorum ve inanıyorum. Bizi bu inanışa getiren bu durumu, memlekette siyasi partilerin çalışıp gelişebileceğine kati ümit veren en mühim merhale sayıyorum. Şimdiye kadar, memlekette geçen iktidar ve muhalefet tecrübesinin muvaffak olmamasını, bir seneden beri geçirdiğimiz tecrübelere, onların dayanamamış ve bu günkü siyasi durumu elde edememiş olmalarında görüyorum. Benim kanaatimce, bir buçuk seneden beri geçirdiğimiz tecrübeler ağır ve bazen ümit kırıcı olmuştur; amma, gelecek için her türlü ümitleri haklı çıkaracak bir muvaffakiyet temin edilmiştir. Bu durumu muhafaza etmek ve onun gelişmesini sağlamak, iktidar ve muhalefet partilerinin vazifeleri olmak lazımdır. Gelecek için tedbirler, benim kabul ettiğim gibi, şu noktadan hareket etmekle bulunabilir. Benim, bu son dinlediğim karşılıklı şikâyetler içinde mübalağa payı ne olursa olsun, hakikat payı da vardır. İhtilalci bir teşekkül değil, bir kanuni siyasi partinin metotları ile çalışan muhalif partinin, iktidar partisi şartları içinde çalışmasını temin etmek lazımdır. Bu zeminde ben, Devlet Reisi olarak, kendimi her iki partiye karşı müsavi derecede vazifeli görürüm.
İdare mekanizması, yani Valilerimiz ve maiyetleri, bir seneden beri çok ağır bir tecrübe geçirmişlerdir. Öyle zamanlar oldu ki, memlekette hükümetin mevcut olup olmadığı bile şüphe götürür idi. Sorumlu Hükümetin huzur ve asayiş vazifesi münakaşa götürmez. Fakat meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız, eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır. Bu arada, siyasi partilere mensup olan veya görünen hususi maksat sahiplerinin şirretliklerini pervasız olarak tesirsiz bırakmak hususunda partilerin dikkat göstermeleri icap eder. Siyasi partilerin hangisi işbaşına gelirse gelsin onları, idare mekanizmasında çalışanların, haklarına ve itibarlarına karşı adaletli bir zihniyette olacaklarına inandıracaklardır. Zannediyorum ki, Hükümet Reisi ile Muhalefet Lideri arasındaki son tartışmada, iki tarafı sebat ettikleri noktadan ayırmak gayretine düşmeksizin, her iki tarafın bekledikleri şeyleri söylemiş ve temin etmiş oluyorum.
Vatandaşlarıma, Hükümetle ve iktidar partisi ile muhalefet partisi arasında görüşme ve araya girme safhalarını olduğu gibi anlatmış olduğumu ümit ederim. Varmak istediğim netice, başlıca iki parti arasında temel şartın, yani emniyetin yerleşmesidir. Bu emniyet, bir bakımdan memleketin emniyeti manasını taşıdığı için, benim gözümde çok ehemmiyetlidir. Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. Büyük vatandaş kütlesi ise, iktidarın bu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı ile düşünebilecektir. Bu neticeye varmak için karşılaştığım güçlükler, çok zaman, yalnız ruhi mahiyette olan amillerdir. Bu güçlükleri yenmek için, siyasi hayatımızı idare eden, iktidarda veya muhalefetteki liderlerin samimi yardımlarını isterim.
Bu beyanatımı, neşrinden önce, Başbakanla Muhalefet Lideri görmüşlerdir.
12 Temmuz 1947, T.C. Cumhurbaşkanı - İSMET İNÖNÜ
(NÜVE FORUM, Tarihten olaylar – 12.12.2013) 

18 Şubat 2014 Salı

MANİFESTO ::: ATATÜRK, BAYAR, MENDERES ÇİZGİSİ MUASIR MEDENİYET VE MİLLİ SENTEZ'İN/YAPININ BİLEŞKESİ

MANİFESTO
ATATÜRK, BAYAR, MENDERES ÇİZGİSİ
MUASIR MEDENİYET VE MİLLİ YAPININ BİLEŞKESİ
Türk İstiklal Savaşı dünya tarihine bir ilk …
Tarih boyunca Türk Milleti üzerinde değişik senaryolar uygulamaya kondu. Her senaryonun hedefi değişmiyor, sadece aktörleri ve yerli işbirlikçileri değişiyordu. Hedef, Türk varlığını bu coğrafyadan silmekti. Son ve tehlikeli senaryo 1. Dünya Savaşı sonrası “Sevr” adlı olanı idi.
Bu senaryo, Mustafa Kemal adında bir askerin ve liderin başlattığı Türk İstiklal Savaşı ile akamete uğratılacak ve emperyalizm “geldiği gibi gidecekti…” Öyle oldu, emperyalizm Anadolu topraklarından geldiği gibi gitti.
Bu öyle bir savaştı ki; bir milleti tarih sahnesinden silmeye yönelik ölümcül saldırıya, o millet yaşama azmi ile karşı koydu.
Bu öyle bir savaştı ki; dünyanın mazlum milletlerine istiklalin nefes almak kadar yaşamsal olduğunu gösterdi.
Bu öyle bir savaştı ki; toplumların birlik ve beraberlik içinde olabilirlerse “yedi düveli” yenebileceklerini gösterdi ve mazlumların kendilerine güvenmelerini sağladı.
Sonuç olarak Türk İstiklal Savaşı dünya tarihine bir ilk olarak kaydedildi… Celal BAYAR bu kutsal harbin Kuvayi Milliye komutanı, Galip Hocası idi
Ardından Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün Türk aydınlanmasının kilometre taşlarını oluşturan büyük devrimleri ışığında toplumsal ve ekonomik kalkınma savaşı başladı.
Bir başka ifadeyle Türk insanının milli yapısı ile muasır medeniyetin oluşturduğu bileşke genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesi, temel düşüncesi haline geldi.
Bu dönemde BAYAR, ATATÜRK’ ün en yakınındaki kişilerden biri, ekonomiyi emanet ettiği İş bankası Genel Müdürü, İktisat Vekili ve Son Başbakanı idi.
Milli Sentez ve Muasır Medeniyet bileşkesi
ATATÜRK’ü kaybedişimizden ve peşinden gelen 2’nci Büyük Savaştan sonra Dünya yeni bir döneme girdi.
1946’da Mustafa Kemal Atatürk’ün formüle ettiği temel felsefe, demokratik rejime geçerken bu kez yine BAYAR’ ın liderliğinde yeniden yapılandırıldı.
Demokrat Parti felsefesi milli ve manevi değerlere saygıyı, ekonomi ve bilim temelinde kalkınmayı esas aldı. 1946-1960 arası dünyanın yeniden kuruluşuna sahne olurken genç Türkiye Cumhuriyeti açısından demokrasinin yerleştirilmeye çalışıldığı, milli hassasiyetlerin korunarak uluslararası gelişmelerin takip edildiği dönem oldu.
O dönem, etnik ve dini ayrım gözetilmeksizin Mustafa Kemal’in çizdiği yol haritasına uyulan bir dönemdi.
Demokrat Parti’nin en önemli varlık sebebi ise, Celal Bayar’ın Atatürk İçin söylediği, “seni sevmek milli bir ibadettir” cümlesi ile formüle edilmişti. Celal Bayar’ın Atatürk’ün mirasını gelecek nesillere aktarma misyonu olan “Milli Yapı ve Muasır Medeniyet bileşkesi,” süreç içinde Merkez sağ olarak adlandırıldı.
Bu misyon Adnan Menderes gibi liderlerle sürdürüldü.
Ve ne yazıktır ki sonraki dönemde bu miras kesintiye uğradı. 
Merkez sağı besleyen damarlar kesildi.
Ancak bir gerçek, özellikle bugün çok net olarak ortaya çıktı. Her ne kadar sahipsiz bırakılsa da, yaşam damarları kesilse de bu felsefe yaşamaya devam etti. Çok daha önemlisi, bugün Türkiye’ de ve bölgemizdeki son gelişmeler ışığında “Tek çözüm” olduğunu ispat etti.
Atatürk-Bayar ikilisinin şahsında vücut bulan, Menderes tarafından sürdürülen “Merkez Sağ” çizgi, yani “Milli yapı ve muasır medeniyet bileşkesi” tek çaredir.
ATATÜRK, BAYAR, MENDERES ÇİZGİSİ
Bu çizginin temsil ettiği düşüncede Türk-Kürt, Alevi Sünni veya bir başka isim altında ayrışma yoktur. Türkiye Cumhuriyeti bir bütün olarak kabul edilir, bu toprakları vatan yapan ve etnik-dini kökenlerine bakmaksızın, kefensiz toprağa düşen kınalı kuzuların yüzüsuyu hürmetine bu toprakların üzerinde yaşayanlar bu devletin eşit vatandaşları olarak görülür.
Bu çizgide felsefesinde Atatürk ve İslam birbirinin alternatifi değil, birbirini tamamlayan unsurdur.
Bu fikrin gücü, İstiklal Savaşı’nda Türk’ünü de Kürt’ünü de, Müslüman’ını da gayrimüslimini de tek bir ideal etrafında toplamayı başaran Atatürk’ten kaynaklanmaktadır.
Bu ideal; emperyalizme karşı vatan aşkıdır.
Bu ideal; Müslüman kimliğini koruyarak laik, çağdaş birey olabilme ilkesidir.
Bu ideal; Türkiye’ye sömürge anlayışı ile yaklaşan dönemin Dünya Bankası Türkiye temsilcisini ülkeden kovabilme iradesidir. Bütün ülkeyi bir baştan bir başa barajlarla, dumanı tüten fabrikalarla, altın başaklı tarlalarla, rafinerilerle, limanlarla donatma sevdasıdır
Bu ideal; Kıbrıs’taki Türkler’in haklarını koruyan anlaşmayı yaparak 1974’e imkan sağlayan milli duruştur.
Bu ideal; o dönemin şartları gereği NATO’ya girerken milli menfaatler gereği Avrasya politikalarını da geliştirme öngörüsüdür.
Bu ideal; Atatürk’ün çizdiği yol haritasında ilerleyerek, laik, demokratik yapısını koruyarak bölgesinde model ülke olabilme başarısıdır.
SONUÇ: 
Bugün merkez sağı besleyen (tarihi, tabiî, milli, ilmî ve geleneksel) damarların yeniden açılması gerekmektedir.
Gaye bu ülke insanının milli ve manevi değerlerini kullanarak “geldikleri gibi gidenleri” geri çağırmak değil, o gidenlerin temsilcilerinin Türkiye önünde saygıyla eğilmelerini sağlamaktır. Bu toprakların genlerinde yer alan “hoşgörü, anlayış” kavramlarını yeniden hakim kılmak, “sabah namazı için sabahın köründe camiye gitmek için evinden çıkan ile sabahın köründe evine gitmek üzere meyhaneden çıkanın sokakta selâmlaşacağı hoşgörü iklimini” yaratabilmektir.
Laik, demokratik, kalkınmış, yurtta ve dünyada barış ilkesi ilkesini hayata geçirmiş, mutlu ve huzurlu yurttaşları olmaktan kıvanç duyacağımız bir ülkeyi yeniden hayata geçirebilmektir.
Atatürk-Menderes-Bayar felsefesinin bugünün şartlarına uyarlanarak yeniden hakim kılınması sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti için değil, dünyanın mazlum milletleri, İslam alemi ve İslam dini açısından da yaşamsal önem taşımaktadır.

DEMOKRAT PARTİNİN KURULUŞUNDA MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAĞIN ROLÜ

DEMOKRAT PARTİNİN KURULUŞUNDA MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAĞIN ROLÜ
 Dr. M. Galip Baysan
Bu gün oy kazanmak için demokrat partinin mirasına sahip çıkanlar acaba bu partinin kuruluş safhasında rahmetli Fevzi Paşanın rolünün ne olduğunu biliyorlar mı? Geçmiş bir yazımda çoğunlukçu demokratik düzene geçmek için İsmet paşanın gayretlerini açıklamaya çalışmıştım. Çünkü tek partili cumhuriyetten çok partili demokratik düzene geçiş kolay olmamış ve bu konuda Milli mücadele Liderlerine iktidar ve muhalefetin düzenlenmesinde büyük görevler düşmüştür. Bunun en önemli nedeni, demokrasi tecrübesinin azlığı ve siyasi ahlakın henüz ilkel bir durumda oluşudur.
 Adalet Bakanlığı eski Müsteşarı Avukat Kenan Ö. Öner, 14 Şubat 1946’da kurdukları İstanbul İl Örgütünün ilk günlerini şu sözlerle anlatmaktadır.
“Partinin İstanbul teşkilatı, vazifesine başlamış olmakla beraber maddi ve manevi her vasıtadan mahrum, çırılçıplak bir halde idi. Paramız yok, yerimiz yok, bizlerle çalışacak arkadaşlarımız yoktu. Memlekette böyle işler için faydalı arkadaş bulmak da para kadar güçlük ihsas ediyordu. Hiçbirimizin siyasi faaliyetteki yeri olmadığı için kendilerine müracaat edecek tanıdıklarımız da pek az bulunuyor. Onların en namuslu ve en faziletlileri de bizimle beraber çalışmaktan çekiniyorlardı. Tanıdığımız ve inandığımız herkese müracaat ederek hiç olmazsa ilçeler teşkilatını kurabilmek için bize insan tavsiye etmesini rica ediyorduk. Bazıları temennilerimi kabul ederek isim veriyor, bir kısmı buna bile cesaret edemiyordu.”(1)
“Teşkilatımız ilk aylarda, birçok sebeplerle çok yavaş gidiyordu. En esaslı ve en faal yerler için seçtiğimiz insanlar korkuyor, kabul etmiyor, edenlerin bir çoğu da iktidar partisinin, hatta hükümetin baskısı altında çok geçmeden istifa ediyordu.”(2)
DP’nin kuruluş günlerinde Aydın’da hükümet tabipliği yapmakta olan Mükerrem Sarol, Adnan Menderes’le tanışıp, onun isteği ile partiye girdikten sonra, bir gün Aydın Valisi tarafından çağrıldığını ve kendisine şu tavsiyede bulunulduğunu anlatmaktadır.
“Yarından tezi yok hemen parti ile ilişiğini keseceksin. Ben burada vali isem ve Dr. Fazıl Şerafettin (Bürge) CHP müfettişi kaldıkça senin Aydın’dan mebus olman mümkün değildir. Mutlaka Meclis’e girmek istiyorsan bunun yolları vardır. CHP’ye girersin ve muradın derhal yerine getirilir.”(3)
Aynı günlerde Celal Bayar “Milli birliğinin bozulmaması için vatandaşların DP’ye girmemesi” şeklinde Halk partililerin yaptığı kötü propagandalardan şikâyetçi olurken, Adnan Menderes’te İzmir’de idare amirlerinin birer Halk Partili gibi çalışmalarından, uygulanan baskı ve yapılan korkutmalardan yakınıyordu.
Bu kritik dönemde DP’nin yoluna daha güvenle ve daha fazla halk desteği ile devam edebilmesi için güçlü bir “ele ihtiyaç vardı. DP’liler, bu güçlü el” olarak eski ve ünlü bir askeri Mareşal Fevzi Çakmak’ı düşündüler ve onunla temasa geçtiler. Cihat Baban DP’lilerin düşüncelerini şu sözlerle açıklamaktadır:
“1946 Nisan ayı. CHP seçimleri yenilemeye karar vermiş olduğu için, Halk partisi ile Demokrat parti arasında çatışmalar alabildiğinde sertleşmişti. (Terakkiperver ve Serbest Fırkaların başına gelenler) aslında DP muhalefetini yaşatmak isteyenlerin gözünü açmaya yaramıştı. Öyle bir tedbir almak gerekirdi ki, DP ne Terakkiperver, ne de Serbest Fırka’nın akıbetine uğrasın. Bu tedbir, Mareşal Fevzi Çakmak’ı küskünlüğünden istifade ederek muhalefet saflarına çekmek, böylece siyasi hayatta DP’ye oy verecek vatandaşa bir nevi emniyet kalkanı temin etmekti.
DP vatandaşa “CHP iktidarı DP’yi feshedemez, senin Serbest Fırkanın kapatılmasında olduğu gibi belalar gelemez. İşte İstiklal Savaşının üç büyüklerinden bir tanesi, Mareşal Fevzi Çakmak, senin önünde göğsünü sana siper etmiş. Sana zarar verecek, seni fişe geçirecek, fabrikadan attıracak, sana memuriyet vermeyecek olan iktidarın, bütün bu zorbalıkları yapabilmesi için evvela Mareşali tasviye etmesi lazım. Bu ise yürek ister buna kimse teşebbüs edemez” demeliydi.”(4)
Tasvir gazetesi Başyazarı C. Baban’ın DP adına teşebbüsleri başlangıçta olumsuz cavap alır. Mareşal kendisine “Hiçbir şey istemiyorum, bana Saraçoğlu geldi, Milletvekilliği ve arkasından da Meclis başkanlığı teklif etti, reddettim. Askerlikte ihtiyarlayan, işe yaramayan adamın, politikada hizmeti olur mu?” cevabını verir. Bunun üzerine Baban Mareşal’e Napolyon’un bir sözünü hatırlatır:
“General 60 yaşını buldu mu, onu askerin başından çekmeli, şerefli, fakat rahat bir milli göreve nakletmeli.”(5)
Daha sonra DP’nin teşebbüsleri devam eder ve Baban ikinci defa Mareşal’i ziyaret ettiğinde görüşmeler şu şekilde gelişir:
“Söz sözü açtı, Bayar’ın teklifi bahis konusu olunca:
 Ben bir partinin adamı olamam, dedi. Bayar’a da bunu söyledim. Bu sebepten dolayı da teklifini maalesef reddettim.
 Paşa, dedim, bir partinin adamı olamazsınız! Doğrudur. Fakat millet isterse, milletin karşısına çıkar, hayır hayır, ben senin arzuna, isteğine, bana gösterdiğin teveccühe rağmen, vazife yapmayacağım der misiniz?
Meydan savaşlarının ünlü kahramanı büyük askerin bir tereddüt geçirdiğini hissetmemek mümkün olmadı. “Millet ister mi? Milletim istiyorsa vazifeden elbet kaçmam ama, millet nasıl ister?”
Unutuldu, kenara atıldı zannedilen, üniformasından ayrı kalmakla hayattan uzaklaşmayı aynı şey zanneden adam “Millet isterse” sözünde kendisini büyüleyici bir sihir buldu. O zaman kendisine, İstanbul halkının onu bağımsız milletvekili yapmak üzere binlerce imza topladığını söyledim.
 Bana izin verirseniz, öğleden sonra tekrar geleyim, size İstanbul’da toplanan imzalar hakkında bilgi vereyim, kararınızı o zaman lütfedersiniz dedim.
Düşündü, yumuşamıştı, ordunun etrafına gölge saçan tarihi çınar, birden, baobap ağacı gibi büyümüştü, konuşurken sanki ağacın yaprakları hışırdıyordu. Sesindeki içtenliği, eski bir askerin kesin tutumuyla zedelemeden,
 Milletim isterse bir, bağımsız olmak şartıyla iki… Bu iki şartla milletvekili olmayı kabul ederim.
Bir kördüğüm çözülmüş, Demokrat Parti’nin kaderi, birden bire değişmişti.
Mareşal’in evinden ayrıldıktan sonra büyük bir hızla Sümer sokağa gittim. Bayar beni merakla hatta sabırsızlıkla bekliyordu. Odaya girer girmez:
 Oldu efendim, dedim. Mareşal adaylığını koymaya razı oldu.
Ve anlatmaya başladım. Milletin isteğiyle ve bağımsız olarak adaylığını koyacaktı.
Bayar’ın gözlerinin derinliğinde birdenbire memnuniyet kıvılcımları çaktı, yüzü sevinçten kızardı, boynuma sarıldı, beni öperken ısrarla “büyük hizmet ettin! Büyük hizmet ettin! Çok teşekkür ederim” dedi.”(6)
Mareşal’in iktidarın bütün tekliflerini(7) reddederek bağımsız da olsa muhalefet saflarında yer alması DP’nin talihini değiştiren bir olay olmuş ve partinin teşkilatlanması ve partiye katılmalar süratlenmiştir. Öyle ki 21 Temmuz 1946 günü yapılan seçimlerde DP, 49 ilde seçime katılmış ve bu illerde 273 aday gösterilmiştir. (8)
22 Temmuz 1946 seçimlerinden sonra Demokrat Pari Cumhurbaşkanı seçimi geldiği zaman İnönü’nün karşısına Mareşal’i aday olarak çıkarmış ve bağımsız Mareşal, 60 kadar oy almıştı.(9)
DİPNOTLAR:
(1) Kenan Öner, Siyasi Hatıralarım ve Bizde Demokrasi, s.18-19 (Osmanbey Matbaası, İstanbul-1948)
(2) Aynı eser, s.36
(3) Mükerrem Sarol, Bilinmeyen Menderes, s.35-36 (Kervan Yayınları, İstanbul-1983)
 (4) C. Baban, Politika Galerisi, s.95-96
(5)  Aynı eser, s.97
(6)  C. Baban, a.g.e., s.98-101
(7) Kemal Karpat, Turkey’s Politics, s.160 (The Transition to a Multi-Party System, Princeten, New Jersey-1959)
(8)  Aynı eser, s.163
(9)  C. Baban, a.g.e., s.102

Dr. M. Galip Baysan

4 Şubat 2014 Salı

DE.PE GENEL KURULU YAPILDI; 02 ŞUBAT 2014-ANKARA

0 artık, tescilli bir "TRUVA ATI"... 
Tarihi ve kadim Demokrat Parti'nin taklidi olduğu iddiasını şiddetle red, tenzih ve tekzip ederiz!..

[dp2010yeniden] GÜNCEL DP VE KONGRESİ HAKKINDA‏

Baysan Bayar - 01.02.2014 // GRUP ::: Kime: dp2010yeniden@yahoogroups.com
Benden de Yusuf'um..bb 
-------Original Message-------
From: Yusuf Dulger / Date: 01.02.2014 20:17:14
Subject: Re: [dp2010yeniden] GÜNCEL DP VE KONGRESİ HAKKINDA [1 Attachment]
Teşekkürler BAysan ' cığım... Sevgilerrrrrrr.. Yusuf
On Saturday, February 1, 2014 7:10 PM, Baysan Bayar <baysanb@gmail.com> wrote:
Kesinlikle dogru Sevgili Yusuf'un soyledikleri.. bb 
-------Original Message-------
From: Yusuf Dulger / Date: 01.02.2014 18:14:39
Subject: Re: [dp2010yeniden] “GÜNCEL DP VE KONGRESİ HAKKINDA” Mustafa Nevruz SINACI, 31 Ocak 2014 – Ankara,
Ben şahsen,
Özal, Akbulut, Yılmaz ve Çiller Hükümetlerinin hiç bir zaman DP ruhu taşımadıkları kanaatindeyim... Zaten onların gevşekliği  dolayısı ile, dini devlet işlerine alet etmeyi kurgulayanlar rahatça çalışmış ve sonunda AKP olarak karşımıza çıkmışlar... Şimdi de, kendi aralarında cemaat ve tarikat kavgaları içine düşmüşlerdir... Kanla irfanla kurulan Cumhuriyet Türkiye’sine hiç de yakışmayan, onursuz bir dönem yaşamaktayız..
Hasbelkader, askeriyeden bizim öcümüzü alıyor diye AKP'ye kayan özden DP'liler, bugün ne düşünüyorlar hala öğrenemedik... Hiç sesleri çıkmaz, hiç bir reaksiyon göstermezler... Yassıada mahkemesinin, modern versiyonu olan Silivri'de alınan kararların mesnetsiz olduğu yeni yeni anlaşılır oldu... Adalet istiyorsak, herkes için istemeliyiz... Yeniden yargılama kararı alsalar bile, sırf olayı daha da sulandırıp uzatmayı planlamaktadırlar ki, halk oyalansın, kurnaz cambaz da işini yürütsün...
Bunlar halka anlatacak mı ? Niyetten asla şüphe etmiyorum, ama sesimizi duyurmak için görsel medya ve  basın dünyasına derdimizi anlatamazsak, boşa kürek çekmiş olacağız...
Medyayı zorlayarak ses duyurma mücadelesi, bugün en önemli mücadele olarak kabul edilip, oraya odaklanmalıdır. Ve AKP'nin bu imkanın kullanılmasını  çeşitli hukuksuzluklarla önlediğini halka haykırmalıdır..
Genel kongremiz hayırlı olsun..
Ama yıllardır kongre yapıyoruz, şahıslar değişiyor, AKP yol alıyor...
Naçizane düşüncem, medyaya odaklanarak, sesimizi duyurmak.. Ev ev dolaşıp anlatmak, eski zaman siyasetiydi... Bugün artık geçersiz ve sadece vakit kaybı... 5 dakika için uğradığınız ev halkı size hak verse de, RTE her Allahın günü mikrofonu eline alarak anlattıklarımızı sıfırlamaktadır..
Dolayısı ile hedef Medya olmalıdır..
Saygılarımla,
Yusuf Dülger
DP Kadıköy İlçe Üyesi

1 Şubat 2014 Cumartesi

güncel demokratların "46 ruhu, adalet, fazilet, sadakat, ahde vefa ve gerçekle" (Tarihi ve Kadim Demokrat Parti ile) sınav günü!..

‘DEMOKRAT PARTİ’
ŞİMDİ RUHLANMALIDIR
Mustafa Nevruz SINACI
1946-1950 AMBLEM
Önce makale başlığı ile ilgili bir açıklama… Afyon, Eskişehir ve İzmir Türk Dünyası Eğitim-Bilim Şûraları ile Kültür Şenliklerinde, bilhassa Azerbaycanlı kardeşlerimiz; Türkiye ruhtan düşmüş, acele tekrar ruhlandırılmalıdır, diye endişeyle haykırdılar..
Burada ruhtan düşme: Tarihi, milli, ilmi, kültürel, tüm asli unsur ve yaşamsal değerleri yitirmiş olmak anlamına gelmektedir. Tıpkı, Atatürk’ün Cumhuriyet, Demokrasi, özgür bilim, insan hakları, adalet ahlâkı, hukuk, hükümranlık ve bağımsızlık şuuru, sevdası gibi…
TC RUHTAN DÜŞTÜ
Bu anlam ve bağlamda Türk Dünyası kaygılanmakta haklıdır. Çünkü gerçekte Türkiye Cumhuriyeti yarım asır önce ruhtan düşürülmüştür. 53 yıldır da Türk ruhu, milli-manevi, ilmî değerleri, mâşeri vicdan ve şuuru paspas edilip çiğnenmektedir. Bu rezillik, ihanet, alçaklık ve küstahlığa, başta ana muhalefet partileri CHP ve MHP olmak üzere; ‘Siyasi Parti’ vasfını haiz 78 organizasyon doğrudan muhatap, ‘sorumlu teşekkül’ onursuz ve sorumsuz biçimde seyirci olmakta, kayıtsız kalmakta ve nihayet, “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin dâhi yok edilmesine karşı (görünürde ve parti örgütleri) şaşkınlık ve çaresizlik içinde kıvranmaktadırlar…,
1946-1950 AFİŞ
Alında bunların çaresi, çözümü, tedbiri yok değil, elbette mevcut. Ama bu istikamette muhalefet isteksiz, belki yetersiz-yeteneksiz yahut bedhahlarla gizli iştirak ve işbirliği halinde bile olabilirler. Özellikle 17 Aralık operasyonundan itibaren, ülkenin ve milletin üstüne kâbus gibi çöken ve euro-dolar vurgunu ile çöreklenen kriz, bu kaygı ve korkuları teyit etmektedir.
FETRET DEVRİNİ KAPATAN ASR-I SAADET
7 Ocak 1946, bu yüksekliğin, ideal insanlık davası, milli/manevi kültür ve ilmi şuurun Demokrat Parti adıyla ruhlandığı, doğduğu, dirildiği ve hayat bulduğu; Halk Partisi tarafından memlekette estirilen terör-tedhiş ve mezalimin sonlandırıldığı; Fetret Devrini temelden sarsan kutlu bir tarihtir. “Tarihi ve kadim Demokrat Parti” Türkiye’de cumhuriyet, adalet, hukuk ve demokrasinin öznesi; Siyasette fazilet mücadelesi ve devlet idaresinde millet iradesinin hâkim kılınmasının; Yani, “Egemenlik kayıtsız ve şartsız Türk Milletinindir” düsturunun yegâne teminatıdır. İşte, 46 Ruhu, Demokrat Parti dava, manâ ve misyonu bu anlama gelir. 
DEVLET BAŞA, KUZGUN LEŞE!..            
1950-1960 RESMİ LOGO
GERÇEKTE:
DAİMİ DP AMBLEMİ
Şimdi gelelim (dönem itibarıyla) esas meseleye:           
Demokrat Parti’nin 11. Olağan Genel Kurulu, önümüzdeki Pazar (2 Şubat 2014) günü, saat: 10.00’da “Çetin Emeç-Balgat, Ahmet Taner Kışlalı Kapalı Spor Salonunda” yapılacak.
Öncelikle şunu ifade etmek lâzım ki; Halen “DP” adı altında politika yapmaya çalışan kurumun, mevcut haliyle tarihi-asli ve kadim Demokrat Parti’yi temsil/ilzam ve tedai ettirdiği, ettirebildiği kesinlikle söylenemez. Fakat bunun suçlusu mevcut yönetim değil; 8 Mayıs 2005 tarihli “Demokrat Parti 11. Olağanüstü Kongre” ile Erkan Mumcu sahipliğindeki ANAP’a iştirak ve iltihak kararı alınmasından sonra tezgâhlanan kirli oyun, hile-desise, derin kurnazlık ve hain pazarlıklardır.
Meselâ Mehmet Ağar döneminde DYP’nin DP adını edinmesi meşru, yasal, ahlâki ve hukuki değildi. Akabinde ANAP’ın büyük kongresini toplayan E. Mumcu bütün ısrar, telkin, tembih ve hatırlatmalarıma, hukuki hakkı olmasına rağmen ANAP’ın adını DP’ye iblâğ kararı alamamıştır. Bunun nedeni ya bir büyük pazarlık, dayatma yada manipülasyon yahut M. Ağar korkusu olabilirdi. Sonuç: Demokrat Parti uzun bir süre akim, ANAP uhdesinde enterne, esas itibarıyla sinelerde mahfuz ve fiilen mahkûm ortalık boş, millet ve devler sahipsiz kaldı.
    1961 - 1969
                AP AMBLEMİ

Nihayet DYP’nin ANAP ile birleşmesi ve DP adını alması sorunu bir derece çözdü.
Ancak bu, DP’nin tarihi, doğal, kadim ve 46 ruhu ile mündemiç gerçek şahsiyetinin hayat bulmasına vesile olmadı. Zaten üst üste gelen katılım, intikal ve değişikliklerle adeta darbelenmiş, örselenmiş, küstürülmüş, moral olarak çökmüş, tefessüh etmiş teşkilât, varılan noktayı kabullenemedi. Özellikle Süleyman Soylu (!)ve Namık K. Zeybek zamanında teşkilât siyasetten ikrah etti, tabana vurdu. Demokrat Parti kaynağından neş’et Merkez Sağ’ın mazbut seçmeni, illet-nefret ettiği ve asla içine sindiremediği, kabullenemediği AKP’ye iltica zorunda ve durumunda kaldı. Buna rağmen geniş halk kitleleri, temelde gelenek ve gerçek, hak, adalet, hukuk ve dürüstlük sevdalısı sessiz-sözsüz yığınlar; Yalan-talan, haksızlık-hırsızlık, yolsuzluk karşısında ezilen, üzülen, eziyet ve zulme maruz kalan kesimler DP’den asla ümidi kesmedi…
Her daim herkesin ve her kesimin gözü ve gönlü DP’de idi;
Çünkü Demokrat Parti davası, 46 ruh ve misyonu:     
22 Mayıs 1950 – 22 Mayıs 2014 tarihleri arası 64 yıllık Hükümetlerden, tamı tamına 33 yılı ‘tek başına iktidar’ ve 13 yılı da iştirak, ittifak ve koalisyonlar biçiminde olmak üzere 47 yıllık hükümferma bir sentez, özne ve bileşkedir. Henüz bu ruh ve misyonunun rekoruna kimse erişemedi. Erişmesi de imkânsızdır.
Bakınız şu tabloya:
Menderes Hükümetleri 22 Mayıs 1950- 27 Mayıs 1960          = 10 yıl 005 gün
Demirel Hükümetleri                27 Ekim 1965 - 16 Mart 1971            = 10 yıl 314 gün
Özal Hükümetleri                     13 Aralık 1983 - 09 Kasım 1989        =   5 yıl 345 gün
Akbulut Hükümeti                    09 Kasım 1989 - 23 Haziran 1991      =   1 yıl 232 gün
Yılmaz Hükümetleri                  23 Haziran 1991 - 20 Kasım 1991      =   2 yıl 101 gün
Çiller Hükümetleri                    25 Haziran 1993 - 12 Mart 1996        =   2 yıl 273 gün
Tek başına, müstakilen ve münferiden iktidar süresi                  :   33 YIL 175 GÜN
İktidar ortağı, iştirak ve ittifaklar biçiminde koalisyonlar                        :   13 YIL 190 GÜN
TOPLAM HÜKÜMET ETME SÜRESİ                                        :   47 YIL
NETİCE OLARAK BU KONGRE’DE:
"TRUVA ATI" DEFOL!..
1. Tarihi ve kadim Demokrat Parti’nin aslına rücu etmek, şahsiyet, haysiyet, bilgi, birikim, deha, basiret ve beka’sı ile bütünleşmek;
2. 46 Ruhu ile ruhlanmak, Milli birlik, hürriyet, adalet ve bağımsızlığa adanmak; 
3. Orijinal Demokrat Parti’nin güncel versiyonunu kabul etmek ve yürürlüğe koymak;
4. Yeter!.. Söz Milletindir… Anlamına gelen “Başparmağı Açık Sağ El” i parti amblemi olarak kabul ve tescil ederek, büyük bir ayıptan kurtulmak…
Millet için bir ümit, ümitten de öteye HAK; Devlet uğruna görev ve Kongre Delegeleri namına mutlak bir sorumluluk, kaçılmaz, kaçınılmaz tarihi bir VAZİFEDİR.   
            Böyle olursa eğer; “TÜRKİYE’YE BÜYÜK ÇAĞRI” hayat bulabilir, gerçek olabilir.
            Aksi takdirde bir HAM HAYAL ve ÜTOPYA olarak kalmaya mahkûmdur.
            BİLİNE!...