30 Mayıs 2013 Perşembe

27 Mayıs 2013, 53.kara ve kayıp yıl!....

[tıkla/LİNK] ::: Türk Milleti'nin reddettiği ihtilâl!..

İddiacı ve iftiracılar bilsin ki!..
Mustafa Nevruz SINACI
27 Mayıs, Türk Dünyası’nın büyük kırılma, Milli Mücadele düsturu, Atatürk ilkeleri ve Türk inkılâbını ilga, şerefli maziyi hafızalardan silme teşebbüsü ve yakın Türk tarihinin en elemli kâbusudur. Bu uğursuz şeamet ve bedhahların bekraundu üzerinden 53 yıl geçti. Ama halâ acıtan, ıstırap veren ve henüz tedavisi kabil olmamış, kamu vicdanında kanayan bir yara..
Bu nedenle, sulbünün (zürriyet, soy, sülale) üstüne mezar toprağı ve nifak tohumları serpilen, geleceği karartılan ve makûs bir talihe mahkûm edilen millet; hâlâ gaflet, (paralize) dalâlet ve şeamet uykusundan hıyanete uyanamadı.
Aradan geçen 53 yıla rağmen, ne siyaset ve ne de kadim millet 27 Mayıs’ın muzlim karanlığından aydınlığa çıkamadı... Aslen ihanet şebekelerinden olup, zahiren Atatürkçü görünen sahtekârların ve dini siyasete alet ederek, vurguna soyunanların farkına varamadı!
Dahası, tıpkı “ilâh, silâh ve ilâç tüccarlığı” yaparak insanlık âleminin kanını emen emperyalist vampirler ile vahşi kapitalistler gibi; ‘İleri demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk’ söylemleri ile sözde ‘barış, helâlleşme ve kardeşlik’ adına açılımlar yaparak; Asil ve kadim Milleti dönüştürüp bölmeye kalkışan simsarların oyunlarını da idrak edemedi!..  
Lâkin Darbeleri Araştırma komisyon faaliyette… Bizce son derece haklı, doğru ve yerinde; Silsile-i meratip ve meşru müdafaa dâhilinde (emir ve komuta zincirinde) vaki 12 Eylül yargıda. Demokratlar olarak şiddetle karşı olduğumuz, nefretle kınadığımız 28 Şubat ise; milyarlarca dolar soygun, vurgun ve aleni yolsuzluğa-soysuzluğa rağmen, asli failleri ‘mağdur’ hanesine duhul edilerek “siyaseten” mahkemede.. Bu bir çelişki ve kepazeliktir.
Soygun-vurgun erbabını sigaya çekmemek; Adalet ve milletle alay etmektir. Zira 28 Şubat, tam bir “hesaplaşma - yüzleşme, tüyü bitmemiş yetimin, masum ve mazlumun hakkını tahsil ve tazmin” biçiminde muhakeme edilmedikçe, üstüne sinen şaibe asla kalkmayacak ve kamuoyunda: “28 Şubat aslında, Milli Görüş’ü iktidara taşımak için sahnelenmiş menfur bir oyun ve tezgâhtır” şüphesi zail olmayacaktır…
Öyle ise, hükümet, hesaplaşma ve yüzleşmeye ‘doğru yerden’ başlamak zorunda idi. Geçmişle yüzleşmek ve darbelerle hesaplaşmak: TC’nin çökertilerek, düşürüldüğü yerden kaldırılmasına matuf olmak üzere; Sorgulama ve yargılamaya 27 Mayıs isyanı ile başlamak şarttı. Geç değil. Nasıl olsa kurulu bir komisyon var. “Niyet hayr, akibet hayr” hakikatinden hareketle; Eğer, en kısa sürede 27 Mayıs yargı önüne çıkartılır ise amenna! Değilse, tüm olup bitenler, yukarda ifade edildiği gibi düzmece, lânetli mbk cuntasının kurmaya cüret ve cesaret gösteremediği; İstiklâl Mahkemelerinin zıttı “İnkılâp Mahkemelerinin” zımnen ya da fiilen devreye sokulması gibi bir yönelim anlamına gelir..
27 Mayıs Nedir? 
Bir ihtilal midir? 
Darbe midir? 
Fiili durum mudur?
Öncelikle bu olayın hukuki adını koyalım. Bana göre 27 Mayıs olayı, bilinçli bir Ordu hareketi değildir! Dolayısıyla Şerefli Türk Ordusunu bu bühtandan uzak tutmak şart.. Her ne kadar 27 Mayıs isyanı, asker libasına bürünmüş sergerdelerce alçakça icra edilmiş olsa bile; Mezkür kalkışmada emir-komuta zinciri bulunmadığı cihetle, menfur olayın ordu iradesiyle vuku bulduğunu iddia etmek abestir. Çünkü o günün yasal Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun ve bütün Kuvvet Komutanları; Atatürk ve Türk Milleti adına hareket ettikleri yalanını kullanan menfur isyancılar tarafından “kalleşçe” tutuklanmıştır.
Ancak!.. 
Bu gün, bu cihetle Silivri davalarını eleştirenler bilmelidir ki:
27 Mayıs günü ordumuzda 260 general görev yapıyordu. Bu generallerin 235’i, hain isyancılar tarafından emekli edildi. Çoğunluğu albay, yarbay ve diğer kademelerden olan 13 Bin subay Maarif Bakanlığı (MEB) emrine verildi. Tazminatları ABD tarafından karşılanan 5 bin Subay ordudan uzaklaştırıldı. Sonuç: Generaller dâhil, Türk Ordusu’nun tasfiye sürecinde 235 + 13 000 + 5 000 = 18.235 Subay, Üst Subay ve General ile 1936 askeri öğrenci olmak üzere: 18.235 + 1.936 = 20.171 askerin “Milli Ordu” ile ilişiği kesilerek, menfur bir temizlik ve tasfiye hareketi ile; Şerefli Türk Ordusu “Peygamber Ocağı” dumura uğratılmak istendi...

Ödenmekte olan bedel...
Mustafa Nevruz SINACI
Nitekim bundan sonraki aşamalarda sırasıyla 1111 Sayılı kanun, Yönetmelik, tamim, talimat ve yönergelerde yapılan meş’um değişikliklerle önce: Asker kişilerin yabancı uyruklu (gayrimüslim) kadınlarla evlenme yasağı; Azınlıklar üzerindeki (lüzumlu ve zorunlu) kısıtlar; Nesebi gayrisahih olanlar için uygulanan tedbirler; Askerlik mesleğine katılmada aranan “alt ve üst soyda fahişelikle müştegil mazarrattan ariyet; Süfli işlerle uğraşan akraba ile mukarreb olmamak;, Müslüman bir soy lüzumu gibi özel, önemli, hayati ve özellikle görev stratejisine münhasır zorunlu şartların ilgası ile Türk Ordu’suna çok büyük darbeler vurulmuş olmakla;
1960’dan sonra Harp Okullarından itibaren Ordu’da: Merkezi yurtdışında yer alan bir Yahudi tarikatı masonluk ile menfur türevleri lions ve rotary kulüp üyesi kripto, sabe, dönme ve devşirmelerin (Peygamber Ocağı’nda) makam-mevki, yetki ve rütbe sahibi oldukları büyük üzüntü ile müşahede olunmuştur. Derdest olan davalara bakıldığında ise: Hiç biri Milli Ordu ve kutsal askerlik mesleği ile bağdaşmayan casusluk, fahişeler ve/veya fahişelikle iştigal, din düşmanlığı, terör ve tedhiş örgütü ile iştirak ve işbirliği., gibi utanç verici suç ve suçlamalarla yargılananların varlığı korkunç bir şeamettir. İşte bu şeamet, ihanet, gaflet ve dalalet 27 Mayıs isyanının doğurduğu lânet, elim felâket ve melânetin beklenir sonucudur.
Bu organize teşekkül ve teşebbüs, tıpkı Osmanlı’da Patrona Halil ve Milli Mücadele öncesi mütegallibenin Ordu’yu tasfiye girişimi gibidir. Atatürk’ün 1924 (1928) Anayasasının ilgası; TBMM’nin kapatılması ve Cumhuriyetin kesintiye uğratılması gibi “tam hukuksuzluk” haline rağmen CHP’nin tek taraflı olarak kapatılmaması; Aleni iştirak ve işbirlikçiliktir.
Anayasa Mahkemesinin 1963/83 sayılı iğrenç Tedbirler Kanunu’nun, sözde özgülükçü olduğu iddia edilen 1961 a.yasasına aykırı olmadığına karar vermesi; yasanın1. Aydemir artçı darbe girişiminin akabinde çıkması; Yasayla, kadim DP lehi ve 27 Mayıs aleyhine beyan ve ifade suçtu. Konuşan ve yazanlar 5 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacaktı. Eğer yasa, 1961 anayasası ile uyumlu ise malum ve mezkür anayasa özgürlükçü olabilir mi?
Elbette olamaz. Zira aynı anayasa Demokrasi, insan hakları, adalet ve hukukun askıya alarak; Bütün Anadolu’da infaz timleri ve toplama kampları kurulmasına; kadim DP evrakının müsadere ve partinin “usulen tefhim” daha açık bir ifade ile belâ savma bab’ından bir dava ile re’sen kapatılmasına mütedair karşı tedbir veya evrensel hukuk hükümlerine dair amir bir atıf içermemekle; Bil’âkis., Ata-Türk ilkeleri ve Türk İnkılâbının “Hâkimiyet Kayıtsız ve Şartsız Türk Milletinindir” emri icabı “devlet idaresinde, millet iradesinin hâkim unsur” olarak kabul, ilân ve tesciline dair hükmü yok sayarak; Bazı antidemokratik sulta ve cuntalardan müteşekkil vesayet kurumları ihdası ile “devlet ve halk düşmanı statükoyu” oluşturmuş bulunmaktadır. 
SONUÇTA: Bir ülkede hem darbe, hem cunta, hem de Cumhuriyet olmaz. Bu yüzden 27 Mayısla birlikte Türkiye Cumhuriyeti sona ermiştir. Meclis kurulduğunda ilk söylenen söz, ‘TBMM her gücün üstündedir’ olmakla; 27 Mayıs isyancılarının Meclisi ortadan kaldırmaları, asi ve gayrimeşru olduklarının karinesidir. Dünyada Meclisin olmadığı ve fakat Cumhuriyetle yönetilen hiçbir ülke yoktur. Dolayısıyla 27 Mayıs, Türkiye Cumhuriyeti'nin cebren, vatana ihanet, silâh ve hile ile ortadan kaldırılmasıdır. Cemal Gürsel'in "Kurucu Meclis"in açılışında söylediği, "Bugün burada ikinci Cumhuriyeti kuruyoruz" sözünü unutmayın!..
            Bununla birlikte hem darbe yapıp, hem Atatürkçülük iddiaları palavradır. Hiçbir güç hem darbeci, hem de cumhuriyetçi ve Atatürkçü olamaz. Darbe, ancak "faşist", "saltanatçı" bir anlayışın ürünüdür. Tutarlı olmak istiyorlarsa, en azından açıkça “biz faşistiz" demeleri gerekirdi. Ancak o zaman, fikren tutarlı oldukları düşünülebilir. Bunun dışında söyledikleri her söz yalan, bütün iddiaları iftira, tefrika ve palavradır.
Gerçek şu ki: Menfur 27 Mayıs fetret ve nefret kalkışmasının acıları henüz bitmemiş ve yaraları sarılmamıştır. Kamu vicdanı hâlâ “iştirak” cuntasının illegal lideri İsmet Paşa’ya koşup giderek: "Paşam emirleriniz bizim için peygamber buyruğudur" diyen kriptolar ve tam bir mürailikle "Ne içindeyim, ne dışındayım" cevabını veren bedhahtan müştekidir. Biline!..
İnsan hakları, adalet, siyasi fazilet, hukuk ve Demokrasi Şehid'lerimizi; Rahmet, minnet, saygı ve şükranla anıyoruz. Aziz ve mübârek Rûhları şâd olsun...

17 Mayıs 2013 Cuma

14 Mayıs, 63. yıl, AMMA LÂKİN!............


Demokrat Parti’nin, 14 Mayıs 1950’de, Türkiye’deki İlk Serbest Seçimlerde Yüzde 52’lik oyla iktidara gelişinin 63. Yılı kutlandı.

 “Demokrat Parti, Türkiye’de demokrasinin miladıdır”
“ 14 Mayıs, bizim için olduğu gibi memleketimizde de bir zaferin ayıdır. 14 Mayıs, Kutlu bir gündür. 14 Mayıs, Devletle milletin arasına örülen duvarların yıkıldığı bir gündür. 14 Mayıs, Milletin asli sahibi olarak iradeyi ele aldığı bir gündür.”
 (DP Basın Merkezi – 14 Mayıs 2013) Rahmetli Cumhurbaşkanlarımızdan Celal Bayar’ın Genel Başkanlığındaki Demokrat Parti’nin, 14 Mayıs 1950’de Türkiye’deki İlk Serbest Seçimlerde Yüzde 52’lik bir oyla iktidara gelişinin 63. yılı, Demokrat Parti Genel Merkezi’nde düzenlenen “14 Mayıs 1950’den bugüne” adlı programla kutlandı. 
Demokrat Parti Genel Merkezi tarafından düzenlenen “14 Mayıs 1950’den bugüne” adlı programa, 1950 yılında DP Gümüşhane Milletvekili olarak görev yapan Halis Tokdemir, eski bakanlardan Hasan Ekinci, Esat Kıratlıoğlu ve eski Milletvekillerinden Ahmet Sayın, Enver Turgut, Fetha Akkoç, Demokratlar Derneği Genel Sekreteri Ali Abalı ile genel başkan yardımcıları gik ve mkk üyeleri ile partililer katıldı. Moderatörlüğünü Doç. Dr. Mehmet Özdemir’in yaptığı panelde Halis Tokdemir ve Esat Kıratlıoğlu Demokrat Partili günleri anlattı.
Toplantının açış konuşmasını yapan Genel Başkan Gültekin Uysal şunları söyledi:
“Türkiye’de demokrasinin miladı, 14 Mayıs 1950’nin 63. Yıldönümünü kutluyoruz. Kişilerin ve toplumların hafızalarını tazelemelerine vesile olan bazı önemli günler vardır. 14 Mayıs da işte bunlardan biridir.
Hür seçimle, milletin oyuyla gelmiş ilk Başbakanı’nı şehit vermiş bir ülkenin evlatları olarak, 14 Mayısın anlamı üzerinde çok iyi düşünmeliyiz. 
Bugün bir kez daha demokrasi şehitlerimizi, merhum Başbakanımız Adnan Menderes, Dış işleri Bakanımız Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanımız Hasan Polatkan başta olmak üzere tüm dava arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun. Cenab-ı Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun.  
Onlar, bugün eksikliğini derinden ve şiddetle hissettiğimiz onurlu, haysiyetli bir büyük davanın savunucularıydılar; demokrasi ve özgürlük mücadelesinin, adalet ve kalkınma mücadelesinin.
Biliyoruz ki, onların şahsında temsil ettikleri o yüksek ruh, o millet ve vatan sevgisi, demokrasi şuuru, bu topraklar üzerinde ebediyen makes bulacaktır.
Tam da bugünlerde Türkiye bu ruha, çok güçlü bir özlem duymaktadır. Milletimizin demokrasiye duyduğu aşk ve sadakat Menderes ve arkadaşlarının aziz hatırasıyla birlikte bu topraklarda yaşamaya devam edecektir. 
7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti, kuruluşundan yalnızca 4 yıl sonra, 14 Mayıs 1950’de milletimizin yüzde 53 oyunu alarak iktidara geldi. 
14 Mayıs 1950 seçimlerinin özellikle sonuçları ve siyaset üzerindeki etkileri düşünülürse son derece önemli bir değişim ve dönüşüm noktası olduğu bir gerçektir.
“Cumhuriyet ve demokrasi, birlikte hayat bulmuştur”
Cumhuriyet ve demokrasi, birlikte hayat bulmuş, Cumhuriyetimiz, kuruluşundan 27 yıl sonra 14 Mayıs’ta demokrasi ile taçlanarak, gerçek anlamına ve hüviyetine kavuşmuştur. 
Gerek 23 Nisan 1920'de kurulan ilk TBMM'nin kuruluş felsefesini oluşturan, gerekse 1921 ve 1924 anayasalarının en temel kurucu ilkelerinden birisi ve Cumhuriyet'in de olmazsa olmazı olarak değerlendirilen "milli egemenlik" ilkesi gerçek anlamda bu tarihte hayata geçirilmiştir.
Büyük Atatürk’ün hedefi de demokratik Cumhuriyet’ti. 14 Mayıs Büyük Atatürk’ün muasır medeniyet seviyesine ulaşma idealinin belki de en önemli aşamasıdır. 
7 Ocak 1946'da Demokrat Parti'nin kurulması ile başlayan çok partili hayata geçiş ancak 14 Mayıs ile anlamlıdır. Demokrasiye geçiş ile Cumhuriyet ile ulaşılmak istenen temel amaçlardan birisi daha gerçekleşmiş; Cumhuriyet demokrasi ile taçlandırılmıştır. 
Demokrasi olmaksızın salt Cumhuriyetin varlığının, insan hakları, hukuk devleti ve hukukun hakim kılınması zemininde pek anlamı yoktur. 
Dünya tarihinde eşine az rastlanır bir biçimde iktidar değişikliği ile birlikte, tek partili düzenden, demokratik düzene geçiş; zor ve baskı ortamından, iktisadi ve sosyal bir bahar havasına geçiş, barış ve demokrasi içinde gerçekleşti.
“Demokrat Parti’nin farkı, bizim haklı gururumuz, onurumuzdur”
İşte 1950 ile başlayan sürecin, Demokrat Parti’nin farkı burada ortaya çıkıyor. Demokrat Parti dün böyle idi, bugün de aynı ile böyledir. Demokrat Parti’nin bu farkı, bizim haklı gururumuz, onurumuzdur. 
Bugünün Demokrat Partisi de 1946 yılının Demokrat Partisi gibi, özgür ve demokratik haklar içinde kalkınmayı hedefleyen, demokrasi ile kalkınmayı ayrılmaz bir bütün olarak gören bir siyasal harekettir. 
“Demokrat Parti, Türkiye’de demokrasinin miladıdır”
Demokrat Parti, Türkiye’nin gerçek anlamda demokratik düzene ve rekabetçiliğe dayanan ilk siyasi partisi olarak, Türkiye’de demokrasinin miladıdır. Ötekisi olmayan, kendisini doğrudan millet iradesi ve demokrasiye referansla tanımlayan tek parti, Demokrat Parti’dir. Demokrat Parti, Türk milletinin bir başarı öyküsüdür. Demokrat Parti ve devamı partilerde ifadesini bulan, somutlaşan, ete-kemiğe bürünen 1946 ruhu, milletimizi daima en geniş ortak müşterekte temsil eden ve milletimizin siyasi mecrada yankılanan en güçlü sesidir.
Türkiye’de demokrasi ve özgürlük yolunda milletimizin gerçekleştirdiği erdemli haysiyet mücadelesinin, Türk siyasi hayatındaki yegane adresi Demokrat Parti ve devamı niteliğindeki takipçisi partiler olmuştur. Millet iradesinin üstünlüğüne dayanan özgürlükçü demokrasinin gerçek anlamda ve eksiksiz egemen olması için sürdürülen bu mücadele, milletimizin Demokrat geleneğe emanet ettiği ve bugün de yine Demokrat Parti tarafından eksiksiz ve tavizsiz biçimde sahiplenilen kutsal bir emanettir. 
Türkiye’de bugün toplumun müştereklerini en geniş anlamda temsil eden, özgürlük ve demokrasiye gerçek anlamda inanan ve sahip çıkan, “tam özgürlük”, “tam demokrasi”, “tam adalet”, “tam ilerleme” diyen bir merkez sağ partinin eksikliği derinden hissediliyor.
Bugün, farklı renklerin sesini duyurabildiği, herkesin hukukundan emin olduğu, hak ve özgürlüklerin en geniş biçimde tanımlandığı ve güvence altına alındığı bir Türkiye’ye özlem duyulmaktadır. Birbirinden ayrışan ve giderek uzaklaşan siyasetin müştereği ile toplumun müştereğinin yeniden en geniş biçimde ortak bir kümede buluşmasına ihtiyaç var. 
Biz, yarım değil, tam demokrasi istiyoruz ve gerçek demokrasiyi milletin hak ettiği, bu büyük milletin hak ettiği demokrasiyi getirene kadar bu mücadeleden yılmayacağız, sonuna kadar bu yolda olacağız. 
Demokrat Parti için, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve evrensel kurallara uygun demokrasi, vazgeçilemez öğelerdir. 
Ne mutlu bizlere ki; bugün Demokrat Parti olarak, Menderes’lerin, Özal’ın, Demirel’in ve daha sayısız isimsiz kahramanın yolundayız. Milletimizin zorlukla kendi inşa ettiği, milletin yolundayız. 
Biz bugün Demokrat Parti olarak, 1946’da Demokrat Parti ile başlayan, 1961’de Adalet Partisi ile 1980 sonrasında Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi ile devam eden bu köklü geleneğin temsilcisi tüm siyasi partilerin vizyonuna aynı ölçüde sahip çıkıyor, her birinin emanetini haklı gururumuzla gönlümüzde, zihnimizde, benliğimizde taşıyoruz. 
“Bugün, tüm milletimiz için bir demokrasi bayramıdır”
Ülkemizde demokrasi açığının zirve yaptığı bir dönemde, 46 ruhunun bu zaferi ve anlamını iyi idrak etmeliyiz. Bugün, yalnızca Demokratlar için değil tüm milletimiz için bir demokrasi bayramıdır. Çünkü 14 Mayıs 1950, demokrasinin zafer kazandığı gündür. 14 Mayıs, bir zihniyet devrimidir. Milletin değerlerini öne alan bir sürecin başlangıcıdır.
Bugün egemenlik kayıtsız şartsız milletindir sözünün, bir temenninin, bir arzunun ifadesi olmaktan çıkıp yaşanan bir gerçeğin ifadesi olmaya başladığı gündür. 
Demokrat Parti’nin sadece iktidara gelişi bile, sadece geliş biçimi bile bu manada bir büyük devrimdir. Bu devrimin arkasında, kendilerini rahmet ve şükranla andığımız isimli, isimsiz nice kahraman vardır. Bin bir çileye sıkıntıya göğüs gererek, bin bir engeli aşarak devlet gücünü de arkasına alan bir bürokrasi diktatörlüğünün direnişini kırarak başarılmış bir büyük dönüşümdür. 
Yalnızca halkın gücüne yaslanılmış, yalnızca o güce dayanılmıştır, o güce güvenilmiştir. 46 ruhu ile dipten gelen, derinlerden gelen bir dalgadır. Başta kafalar değişmiştir, zihniyetler değişmiştir, idrakler değişmiştir. Türkiye’nin son 60 yılının referans noktası, miladı 14 Mayıs’tır. 
Türk milleti 14 Mayıs’ta bir yetkinlik sınavına girmiş ve bu sınavdan da alnının akıyla çıkmasını bilmiştir. Milletin zafer kazandığı, dönemin zihniyetince “çarıklılar” diye küçümsenen, hor görülen Anadolu’nun yetiştirdiği evlatlarının zafer kazandığı, “Yeter Söz Milletin” dediği tarihtir.
Türk halkı ilk defa mukadderatına bu seçim ile el koymuş, bu konuda sözünü söylemiş ve bundan netice de almış; bunun neticesinde siyasi iktidarın sahibini belirlemiştir.
Devlet Baba geleneğinden gelen, devletten bekleyen, devletten uman, umduğunu bulunca şükreden, bulamayınca sabreden bir millet, yönetme erkini kendi dışındaki dinamiklerle tarif eden, başka türlü düşünmesi ve başka türlü davranması da beklenmeyen bir millet ortaya koyduğu kendi kaderini belirleme iradesiyle herkesi ve bütün dünyayı şaşırtmıştır.
Ancak demokrasi sayesindedir ki; Türk insanı “vatandaş” konumuna  yükselebilmiş, temel hak ve özgürlüklerine kavuşabilmiş, yönetimi kendi iradesi doğrultusunda yönlendirilebilir hale gelmiştir.
Türkiye iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmasını da büyük ölçüde demokratik dönemde gerçekleştirmiştir. 
Türk vatandaşı, hayat standartlarının yükselmeye başladığını ancak bu dönemde hissetmiş; yoksulluğun, az gelişmişliğin bir “kader” olmadığını, kendi iradesiyle bunu değiştirebileceğini görmüştür.
Hiç şüphe yok ki, Demokrat Parti ile başlayan süreç doğal mecrasında devam edebilseydi, bugün çok daha demokratik, huzur ve barış içinde bir ülke olmakla kalmayacak, birliğini ve kardeşliğini çok daha iyi biçimde pekiştirmiş bir ülke olarak bölgemizde ve dünyada da çok daha etkin olma şansını yakalayabilecektik.
Bugün bir kez daha Türkiye’nin demokrasi adına geçirdiği badireleri ve kat ettiği yolları, milletimizin demokrasi zaferini çok iyi hatırlamamız gerekiyor. 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen sadece Demokrat Parti değil, bizzat milletin kendisidir.
“14 Mayıs’ların “Demokrasi Bayramı” olarak kutlanması gerekir”
14 Mayıs tarihi, 23 Nisan’da TBMM’nin açılış tarihini tekamüle erdiren, bütünleyen bir tarihtir ve en az onun kadar önemlidir. Bu nedenle 14 Mayıs’ların resmi olarak da “Demokrasi Bayramı” olarak kutlanması gerektiğini savunuyoruz. 
Bayramların en önemli özelliği, ortak bir ideali çağrıştırmaları, bu değerler etrafında birleştirici olmalarıdır. 14 Mayıs Türk milletini eşit vatandaşlar olarak demokrasi idealinde buluşturan ve birleştiren müstesna önemi haiz bir gündür.
Bu konuda, iktidar partisine ve Mecliste grubu bulunan partilere gerekenin yapılması için açıkça çağrıda bulunuyoruz. 
14 Mayıs’ın demokrasi bayramı ilan edilmesi, başta Şehit Başbakanımız Adnan Menderes olarak üzere tüm demokrasi şehitlerimizin de aziz hatıraları önünde bir haksızlığın millet vicdanında düzeltilmesi, haklarının teslim edilmesi anlamını taşımaktadır.
Bugün demokrasimizin önemi anlamı üzerinde her zamankinden fazla düşünmeye ihtiyacımız var. Çünkü ülkemiz demokrasi adına zor günlerden, zor bir sınavdan geçiyor. Demokrasinin ve adaletin hassas terazisinin zorla bozulmaya çalışıldığı bir dönemi yaşıyoruz. 
Türk halkı 63 yıllık demokrasi deneyimi boyunca kazandığı birçok haktan vazgeçmeye zorlanıyor. Ve bunu açıkça deklare eden bir dayatmanın; ülkeye ve siyasete egemen olduğu bir dönemi yaşıyoruz. İtiraz istenmiyor, farklı ses duyulmak istenmiyor, farklı renk istenmiyor.
“Ülkemizde bir siyasi çözümsüzlük gündemdedir”
Kişiye özgü düzenlemelerin, vatandaşların eşit hukukunun önüne geçtiği bir süreci yaşıyoruz.
Ülkemizde bir siyasi çözümsüzlük gündemdedir. Demokrasimiz yara almıştır ve siyaset çözüm üretememektedir. Ekonomide, dış politikamızda ve toplumun her alanında çok ciddi sıkıntılar mevcuttur.
1950’den geriye, 1946 öncesi CHP’nin tek parti dönemine dönüşü hatırlatırcasına, siyasi rekabetin önü sonuna kadar kapatılmak isteniyor. 
“İnsanlar bezgin, gelecekten umutsuzdur”
1946 ruhu ile başlayan ve 1950’de zaferle sonuçlanan süreç, bu milleti politik hayata katılıma çekmişti; bugün ise insanlar bezgin, gelecekten umutsuz, siyasi sisteme yabancılaşmış durumdalar.
Türkiye’de birileri, çok seslilikten, çok renklilikten, demokrasiden ürküyor olabilir. Demokrasi kelimesi onların tedirginliğini, endişesini artırıyor. Ancak, toplum üzerinde kurulan baskı, toplumsal yapımızın temelinde çok tehlikeli çatlamalar olarak karşınıza çıkar.
Demokrasinin hassas düzeni ve demokrasinin kendine özgü dengeleri, demokrasiyi üzerine inşa ettiğiniz taşıyıcı kolonlara yapılan bu kadar zorlamayı ve baskıyı kaldıramaz. Birlikteliğimizin güvencesi hukuk ve demokrasi kendini araçsallaştırmaya kalkanlar da dahil altında bulunan herkesin birden üzerine çöker. Dere yatağına yapılan evler gibi demokrasi de yıkılır gider ve yeniden inşa etmesi çok güç olur, büyük maliyetlere, büyük bedellere yol açar.  
Yalnızca karşıt renklerin bulunduğu, yapay bir karşıtlık ekseninde tanımlanan siyaset anlayışının, şeffaflıktan uzak, kişiden kişiye, durumdan duruma değişen özgürlük ve hukuk anlayışının, yalnızca gerginlik, dışlanmışlık ve hoşgörüsüzlük üreteceği ortadadır. 
Demokrasi Türkiye için yalnızca millet egemenliğinin ve tüm vatandaşlarımızın bütün haklardan eşit bir biçimde yararlanmasının değil, aynı zamanda Türkiye’nin birlik ve beraberliğini sağlamanın, bölgesinde lider bir ülke olmasının, ekonomik refahının ve ulusal güvenliğinin de birinci ve de olmazsa olmaz şartıdır. 
Bu vesileyle, tüm demokratların ve milletimizin Demokrasi Bayramını kutluyoruz. "